19 Ekim Pazar günü yapılan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman ezici bir üstünlükle galip gelerek mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ı mağlup etti.
Yaklaşık 380 bin nüfuslu KKTC’nin Yüksek Seçim Kurulu verilerine göre, Erhürman oyların %62,8’ini (87 bin oy) alırken Tatar %35,8’de (49 bin oy) kaldı.
1983’te Ankara’nın güdümünde ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), bugüne dek Türkiye dışında hiçbir ülke tarafından tanınmadı. Uluslararası alanda Kıbrıs Adası’nın tamamını Avrupa Birliği (AB) üyesi Kıbrıs Cumhuriyeti (Türkiye tarafından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi/GKRY ismiyle anılıyor) temsil ediyor. Ada’nın kuzeyi diplomatik ve ekonomik açıdan fiilen tecrit altında. Bu nedenle KKTC ekonomik ve askeri olarak Türkiye’ye bağımlı; ülkede kumarhane turizmi ve her türlü kara para aklama başlıca ekonomik faaliyet durumunda.
KKTC’de cumhurbaşkanlığı makamı yürütme gücü açısından sınırlı bir yetkiye sahip bir nitelikte. Ancak müzakerelerde Kıbrıslı Türkleri temsil ettiği için, bu makam siyasal açıdan bir önem taşıyor. Dolayısıyla cumhurbaşkanlığı seçimleri, yalnızca iç politik bir rekabet değil; adanın bölünmüşlüğü, Türkiye’nin belirleyici etkisi ve Doğu Akdeniz’deki güç dengeleri açısından önemli bir mücadele alanını oluşturuyor.
Erhürman, kampanyası boyunca seçilmesi halinde Kıbrıs Cumhuriyeti ile sonuncusu 2017’de kesilmiş olan resmi müzakereleri yeniden başlatacağını açıklamıştı. Erhürman, Birleşmiş Milletler kararlarında yer alan iki toplumlu, iki bölgeli federal çözüm çerçevesini destekledi ve Türkiye’nin desteklediği iki devletli modelin Kıbrıslı Türklerin ekonomik ve siyasi izolasyonunu sonlandırmaya hizmet etmediğini savundu. Ona göre adanın kuzeyinin dünyadan kopuk kalmasının nedeni, Ankara’nın dayattığı ayrılık politikasının uluslararası alanda hiçbir meşruiyet taşımamasıydı. Bu nedenle Erhürman, “federasyon” hedefini hem diplomatik tanınma hem de Avrupa Birliği ile entegrasyon arayışının bir aracı olarak sunmuştu.
Buna karşılık, 2020’den bu yana cumhurbaşkanlığı görevini sürdüren Tatar, Kıbrıs Cumhuriyeti ile federasyon temelli müzakerelere kesin biçimde karşı çıktı. Ankara’nın tam desteğini arkasına alan Tatar, Kıbrıs Türklerinin “egemen eşitlik” temelinde ayrı bir devlete sahip olduğu iki devletli modeli tek geçerli yol olarak savundu. Tatar, ısrarla “3D” adını verdiği üç talebi -doğrudan uçuş, doğrudan ticaret ve doğrudan temas- yerine getirilmediği sürece Rum tarafıyla masaya oturmayacağını ilan etti. Bu yaklaşım, esasen Ankara’nın dış politikasını yansıtan ve adadaki bölünmüşlüğü kalıcılaştıran bir çizgiydi.
Erhürman’ın federasyon çağrısı ile Tatar’ın iki devlet ısrarı, biçimsel olarak farklı yönlere işaret etse de her iki çizgiye de Kuzey Kıbrıs’taki ve Türkiye’deki egemen sınıfın çıkarlarını en iyi şekilde koruma dürtüsü yön vermektedir. Ancak her iki çizgi de Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerin, yani adanın ezilen çoğunluğunun yoksulluk, işsizlik, savaş, bölgesel güçlere ve emperyalizme bağımlılık gibi temel sorunlarına hiçbir çözüm sunmamaktadır.
Ankara’nın Tatar’ı desteklediği bir sır değildi. Seçimleri Türkiye’nin stratejik çıkarlarıyla bağlantılı olarak gören Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, Tatar lehine doğrudan kampanya yürütmek üzere birçok üst düzey siyasetçiyi adaya gönderdi.
Adayların belirlenmesinden bu yana Kıbrıs’ın kuzeyine gidenler arasında, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, eski Savunma Bakanı Hulusi Akar, Erdoğan’ın müttefiki faşizan Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Mustafa Destici ve hatta sembolik bir “ulusal birlik” figürü olarak kullanılan eski futbolcu Mesut Özil gibi isimler vardı. Bu ziyaretler, seçimlerin yalnızca yerel bir siyasi yarış değil, Ankara’nın bölgesel nüfuz mücadelesinin bir parçası olarak yürütüldüğünü açıkça ortaya koydu.
Tatar’ın seçim kampanyası, Türkiye medyasında geniş yer bulurken, rakip adaylar çoğu zaman marjinalleştirildi. Türk yetkililer, Tatar’ın “iki devletli çözüm” çizgisini destekleyen demeçlerle seçim atmosferini doğrudan etkilediler. Kıbrıs’ın kuzeyinde yürütülen propaganda, Türkiye’deki Erdoğan önderliğindeki iktidar blokunun politik söylemiyle neredeyse tamamen örtüşüyordu: milliyetçi, dinsel ve “milli çıkar” vurgulu bir kampanya.
Erhürman ise seçim kampanyası boyunca kendisine karşı “büyük bir kara propaganda” yürütüldüğünü savundu. Ama Türkiye ile ilişkilerde çatışmacı bir çizgi izlemeyeceğini vurgulayarak şunları söylüyordu: “Türkiye’yle istişare etmeksizin Kıbrıs’ta bir dış politikanın belirlenmesi bugüne kadar söz konusu olmadı; benim dönemimde de asla söz konusu olmayacak.”
Erdoğan resmî olmayan sonuçların açıklanmasının ardından yaptığı kısa açıklamada Erhürman’ı tebrik etti: “Resmî olmayan sonuçlara göre Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Tufan Erhürman’ı tebrik ediyorum. Kıbrıs Türkü kardeşlerimizin iradesini sandığa yansıttığı bu seçimin ülkelerimiz ve bölgemiz için hayırlı olmasını diliyorum.”
Erdoğan’ın müttefiki faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise yüzde 65’lik katılımın “çok az” olduğunu öne sürerek seçim sonuçlarının tanınmaması ve KKTC’nin Türkiye’ye katılması gerektiğini savundu. Bahçeli, “KKTC parlamentosu acilen toplanmalı, seçim sonuçları ve federasyona dönüşün kabul edilemeyeceğini ilan etmeli ve Türkiye Cumhuriyeti’ne katılma kararı almalıdır,” dedi. Egemen sınıf içindeki bir hizbin çizgisini yansıtan bu çağrı, resmi olarak tamamı AB sınırları içinde olan Kıbrıs’ın kuzeyinin açıkça ilhakı anlamına geliyor.
Erdoğan seçim sonuçlarını kabul eder ve Bahçeli’nin çağrısı şimdilik gündeme alınmazken, Ankara’nın Kuzey Kıbrıs üzerindeki vesayetinin süreceği tartışmasızdır. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tebrik mesajında hükümetinin gerçek tavrının altını çizdi: “Ana vatan ve garantör Türkiye, Kıbrıs Türk halkının haklı davasının savunucusu olmaya ve Kıbrıs meselesinde tek gerçekçi çözümün Ada’da iki ayrı devletin varlığının kabulünden geçtiğini her platformda en güçlü şekilde vurgulamaya devam edecektir.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, sosyal medya hesabından, “kardeş parti” olarak nitelediği Sosyalist Enternasyonal üyesi CTP’nin lideri Erhürman’ı kutladı ve Kıbrıs Türk halkının, “demokrasiye ve millî iradeye dışarıdan müdahale eden zihniyete yanıt verdiğini” savundu ve Erdoğan hükümetine kastederek, “Kıbrıs Türkü, adaya çıkarma yapan ve taraf tutan anlayışa karşı kendi sesini duyurmuştur,” dedi.
1960’ta Britanya’dan resmî bağımsızlık elde eden Kıbrıs, her ikisi de NATO üyesi olan Ankara ile Atina arasında ada halkı için kanlı sonuçları bir nüfuz mücadelesine sahne oldu. 1974 yılında Yunanistan’daki albaylar cuntası tarafından desteklenen darbe girişiminin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) askeri müdahalesiyle fiilen ikiye bölünmüştü. Bu askeri müdahale ve ardından gelen işgal, yarım yüzyılı aşkın süredir devam eden etnik temelli ayrılığın ve bölgesel nüfuz mücadelesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Adada TSK’ye bağlı “Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri”nin büyüklüğünün 50 bin ile 100 bin arasında değiştiği belirtiliyor.
Son dönemde Doğu Akdeniz’de hidrokarbon rezervlerinin keşfi, Kıbrıs’ın bölgesel ve emperyalist rekabet açısından önemini daha da artırdı. ABD, Fransa, İsrail ve Yunanistan, Güney Kıbrıs’la enerji iş birlikleri geliştirerek Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan bir eksen oluştururken; Ankara, öne sürdüğü “Mavi Vatan” doktrini çerçevesinde kendi nüfuz alanını genişletme ve emperyalist müttefiklerini taleplerine ikna çabasına girdi.
Kıbrıs, stratejik bir askeri üs olarak da önem kazanıyor. Kıbrıs batmaz uçak gemisi olarak anılıyor ve Britanya’nın iki büyük askerî üssüne ev sahipliği yapıyor. Bu üsler, NATO’nun Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya yönelik operasyonlarında kritik bir rol oynadı. Türkiye’nin güneyinde, Yunanistan’ın ise güneydoğusunda kalan Kıbrıs aynı zamanda Suriye, Lübnan, Filistin, İsrail ve Mısır’a son derece yakın bir konumda bulunuyor.
ABD Ortadoğu’ya tam egemen olma yönelimi açısından kritik konumda bulunan Kıbrıs’ta kullandığı Andreas Papandreu hava üssünü modernize ediyor. Bu arada Ankara ile Tel Aviv arasında özellikle Suriye’deki rejim değişikliğiyle artan rekabet Kıbrıs’a da yayılıyor. Gazze’deki soykırım ve İran ile müttefiklerine yönelik saldırganlığıyla bölgesel etkisini artıran İsrail’in Kıbrıs Cumhuriyeti ile özellikle bu yıl geliştirdiği askeri bağlar Türkiye tarafından bir tehdit olarak görülüyor.
Anadolu Ajansı’nın haberine göre, Millî Savunma Bakanlığı kaynakları geçen ay şu açıklamayı yaptı: “GKRY’nin (Kıbrıs Cumhuriyeti) İsrail’den Hava Savunma Sistemi tedarik ettiğine yönelik basında yer alan haberleri yakından takip ediyoruz. GKRY’nin devam eden silahlanma gayretlerinin ve Ada’daki barış ve istikrarı zedeleyecek faaliyetlerinin tehlikeli sonuçlar doğurabileceğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.”
Bölgesel nüfuz mücadeleleri ve emperyalist hakimiyet planlarının ortasında düzenlenen Kuzey Kıbrıs’taki seçimlerin sonuçlarının Kıbrıs ve bölge emekçilerinin karşı karşıya olduğu bu ve diğer kritik sosyal ve siyasi sorunlara hiçbir çözüm getirmeyeceği kesindir. İleriye giden yol, her ikisi de iflas etmiş olan emperyalizm yanlısı Türk ve Rum milliyetçiliğinin reddedilmesinden ve sosyalist bir program temelinde işçilerin uluslararası birliği uğruna mücadeleden geçmektedir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesi Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Tarihsel ve Uluslararası Temeller belgesinde açıkladığı gibi:
Milliyetçiliğin gerici ve iflas etmiş karakterini ortaya koyan Kıbrıs’ın bölünmesi sonucu Kıbrıslı Türk ve Rum emekçilerin karşı karşıya oldukları sorunlar için tek ilerici çözüm, birleşik ve sosyalist bir Kıbrıs cumhuriyetidir. Bu, Türk ve Yunan işçi sınıfının, on yıllardır Ege ve Akdeniz’deki gerici çıkarları üzerinden tekrar tekrar çatışmanın eşiğine gelen Türk ve Yunan burjuvazisinden siyasi bağımsızlığını tesis etmesi ve Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs arasında bir sosyalist federasyon uğruna mücadelede birleştirilerek seferber edilmesi demektir.
