Perspektif

ABD’deki “Krallara Hayır” protestolarının ardından: Şimdi ne olacak?

Binlerce kişi, 18 Ekim 2025 tarihinde Detroit'te düzenlenen “Krallara Hayır” protestosuna katıldı. [Photo: WSWS]

Cumartesi günü, tahminen 7 milyon insanı Amerika Birleşik Devletleri’nin dört bir yanındaki sokaklara dökerek Amerikan tarihinin en büyük kitlesel protestosu olan “Krallara Hayır” gösterileri, Trump yönetiminin diktatörlük kurma komplosuna karşı artan halk muhalefetini güçlü bir şekilde ifade etti. Beyaz Saray faşizm kokuyor ve milyonlarca insan bu kokuyu aldı.

Protestolara katılan veya destekleyenler için şu acil soru gündeme geliyor: Şimdi ne olacak?

Kitlesel protestolar, Trump rejimine karşı genişleyen hareketin sadece başlangıcıdır. Ancak bu hareketin ilerleyebilmesi için, gösteriler eleştirel bir gözle değerlendirilmeli ve genel siyasi durum bağlamına yerleştirilmelidir. Tehlike, net bir perspektifin olmaması halinde, büyük halk muhalefeti dürtüsünün heba edilecek olmasıdır.

Öncelikle, gösterilerin ne kadar kitlesel olursa olsun, Trump’ın diktatörlüğe doğru gidişini durdurmayacağının anlaşılması şarttır. Başkanın, protestoculara dışkı döktüğünü gösteren yapay zekâ videoları yayınlayarak verdiği tepki hem iğrenç hem de şiddet yanlısı bir tepkiydi. Bu şekilde, bu cani rejimin halkı nasıl hor gördüğünü ifade etmiş oldu.

Trump, kendi adına değil, bir sınıfın, kapitalist oligarşinin siyasi temsilcisi olarak konuşmaktadır. Artan ekonomik, jeopolitik ve iç krizlerle karşı karşıya kalan egemen seçkinler, servetini ve ayrıcalıklarını korumasının demokratik yönetim biçimleri ile mümkün olmadığı sonucuna varmıştır.

Bu gerçeklik, gösterilerden iki gün sonra, ABD 9. Daire Temyiz Mahkemesi’nin, şehrin bir “savaş bölgesi” olduğu gibi saçma bir gerekçeyle, Beyaz Saray’ın, Oregon eyaletinin Portland şehrine Ulusal Muhafız birliklerini göndermeye devam edebileceğine hükmetmesiyle daha da belirginleşti. Bu karar, Trump’ın diktatörlük yöneliminin, mahkemeler ve ordu da dahil olmak üzere devlet aygıtının aktif iş birliğine dayandığını açıkça ortaya koymaktadır.

Protestolarda en belirgin şekilde eksik olan şey, bu hükümete karşı koyabilecek belirli bir programdı. “Krallara Hayır” beyanı, çok geniş bir kesim tarafından paylaşılan demokratik bir duyguyu ifade etmektedir ancak diktatörlüğe doğru gidişin nasıl durdurulacağına dair bir tanımlamadan yoksun olduğu için kendi başına soyut bir kavramdır. Bu zayıflık hem geniş kesimlerde tarihsel ve siyasal bilincin henüz düşük düzeyde olmasını hem de gösterilerin, her ne kadar belli belirsiz de olsa, Demokratik Parti ve ona bağlı kurumların politik kontrolü altında kalmış olmasını yansıtmaktadır.

Bu hareketin Demokratik Parti’ye tabi olması, Trump’ın faşizan komplolarına karşı mücadele açısından kesinlikle ölümcül sonuçlar doğuracağı açıkça belirtilmelidir. Demokratik Parti, kapitalist bir partidir ve her zaman öyle olmuştur. Tarihsel olarak, “sosyal hareketlerin mezarlığı”dır, yani halk muhalefetinin etkisiz hale getirilip gömüldüğü yer işlevini görmüştür. Demokratların Trump yönetiminin muhalifleri olarak değil ama ona olanak tanıyan işbirlikçiler olarak hareket ettikleri bugün, bu değerlendirme haydi haydi geçerlidir.

Bunlar arasında, Wall Street’ten Senatör ve Senato Azınlık Lideri Chuck Schumer gibi isimler bulunmaktadır. Schumer, Trump yönetiminin giderek gelişen diktatörlük komplosunu örtbas etmek için haftalarca elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra New York’taki bir yürüyüşe katıldı. Bu yılın başlarında, Trump hükümetine kaynak sağlayan bütçe kararının geçmesinde başrolü oynayan da Schumer’dan başkası değildi.

Bununla birlikte, Washington D.C.’deki gösteride ana konuşmayı yapmak üzere davet edilen Bernie Sanders gibi kişiler siyasi açıdan daha zararlıdır. Sanders’ın (ve Alexandria Ocasio-Cortez, Zohran Mamdani ve Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri’nin -DSA- başka üyeleri dahil birçok kişinin) rolü, Trump’a karşı çıkmaya yönelik gerçek bir programın yokluğunu boş demagojiyle, yani radikalizm kılığına girmiş politik aldatmacayla gizlemektir.

Sanders konuşmasında mevcut krizin gerçek nedenlerine değinmedi. Bir analizden eser yoktu, kapitalizm veya sosyalizmden asla söz etmedi ve temel mesele olan suçlu Trump hükümetinin nasıl görevden alınacağına dair tek bir kelime bile etmedi. Bunun yerine, “Cumhuriyetçi meslektaşlarına” “müzakerelere başlamaları” ve “Amerikan sağlık sisteminin yok edilmesine izin vermemeleri” çağrısında bulundu. Başka bir zamanda, “Nazi meslektaşlarına” Sosyal Güvenliği ihmal etmemeleri çağrısında da bulunur muydu?

Başlıca aldatmaca, Trump’a ve faşizmin yükselişine, onları ortaya çıkaran kapitalist sisteme karşı çıkmadan, Demokratik Parti aracılığıyla karşı çıkmanın mümkün olduğu iddiasıdır. Oysa asıl mesele budur. Sosyalist Eşitlik Partisi’nin “Krallara Hayır” protestolarına ilişkin açıklamasında belirttiği gibi, “1930’ların tüm tarihsel deneyimi, faşizme karşı mücadelenin kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesinden ayrılamayacağını göstermiştir.”

Demokratlar ve onlara bağlı örgütlerin amacı, herhangi bir toplumsal protesto hareketinin kapitalizmi tehdit eden bir siyasi program ve yönelim geliştirmesini engellemektir. Hedefleri, halkın öfkesini yatıştırmak ve kendi emperyalist siyasi gündemlerinin arkasına yönlendirmektir. Protestolara katılan ve Trump’ın komplosunu durdurmanın bir yolunu arayan kişiler, buna izin veremezler.

Sosyalist Eşitlik Partisi (SEP), sosyalist bir program ve siyasi perspektif uğruna mücadele edilmesini sağlamak amacıyla 18 Ekim gösterilerine müdahile etti. Parti destekçilerimiz, SEP’in “Krallara da Nazi Führerlere de Hayır! İşçi sınıfını Trump’ın diktatörlüğüne karşı seferber edelim!“ başlıklı bildirisinden on binlerce dağıttılar ve partinin Trump’ın Faşist Komplosuna Karşı Mücadele: Sosyalist Bir Strateji başlıklı broşüründen yüzlerce sattılar.

SEP’in müdahalesi, kendiliğinden bir öfke patlamasını, faşizme ve kapitalizme karşı işçi sınıfını seferber etme stratejiyle donanmış bilinçli bir siyasi harekete dönüştürmeyi amaçlıyordu.

SEP’in müdahalesine verilen tepki, kesin bir siyasi gerçeği ortaya çıkardı: Halk içinde diktatörlüğe, eşitsizliğe ve savaşa karşı büyük ve derin bir muhalefet var; Demokrat Parti’ye karşı geniş bir muhalefet var ve de sosyalist programa artan bir ilgi var. SEP üyeleri ve destekçileri ile konuşan işçiler, öğrenciler ve gençler, sadece bu krizin neden geliştiğini değil, onu durdurmak için ne yapılması gerektiğini de anlamak istiyorlardı.

Sorumuza geri dönelim: Şimdi ne olacak? Bunun cevabı, işçi sınıfı içinde sosyalizmi amaçlayan bir hücumun geliştirilmesidir. Birçok işçi gösterilere katıldı ancak bunu öncelikle bireyler olarak yaptılar. Bu durum büyük ölçüde sendikal aygıtın oynadığı son derece zararlı rolün bir sonucudur. Bu aygıt tamamen sınıf mücadelesini bastırma mekanizması işlevini görmektedir.

İşçi sınıfı henüz kendi programı olan örgütlü bir güç olarak duruma müdahale etmemiştir. Bunun durumun değiştirilmesi gerekiyor. Trump yönetiminin tüm eylemlerinin ana hedefi işçi sınıfıdır. Federal çalışanların topluca işten çıkarılmasıyla işsizliğe sürüklenen, yaşamsal sosyal programların yok edilmesiyle karşı karşıya kalan ve Eğitim Bakanlığı’nın kaldırılması ve öğretmenlere yönelik artan saldırılardan zarar görecek olanlar işçilerdir.

Kamusal sağlık sisteminin mahvedilmesi, sağlık emekçilerinin koşullarını kırılma noktasına getirirken, Trump’ın ticaret savaşı politikaları enflasyonu yükseltiyor ve bu da yaşam standartlarını düşürüyor. Dahası, tırmanan küresel savaşta ölüme gönderilecek olan da işçi sınıfıdır.

Trump “iç düşman”dan bahsettiğinde, kapitalist oligarşinin işçi sınıfına yönelik korkularını dile getirmektedir. “Sosyalizm”i ve “Marksizm”i artan bir histeriyle kınadığında ise, ABD’de ve dünya genelinde işçi ve gençlik kitlelerinin bilinçli olarak kapitalist sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan devrimci bir programa yönelecekleri korkusunu dile getirmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’nde ve dünya genelinde giderek büyüyen bir toplumsal muhalefet ve protesto havası söz konusudur. Önümüzdeki görev, pasif bir şekilde bir sonraki gösteriyi beklemek değil, bu muhalefeti sosyalizmi amaçlayan bir işçi sınıfı hareketini geliştirme mücadelesinin kaldıracı olarak kullanmaktır.

Sosyalist Eşitlik Partisi, her işyerinde Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın (TK-Uİİ) parçası olacak taban komiteleri inşa etme ve işçi sınıfı içinde, küresel işçi sınıfının gelişen mücadeleleriyle stratejik olarak uyumlu ve örgütsel olarak bağlantılı olan bilinçli bir sosyalist hareket geliştirme mücadelesine öncülük ediyor.

Diktatörlüğe karşı muhalefet, işçi sınıfının sosyal ve siyasi mücadelelerine dayandığı ve enternasyonalist bir sosyalist stratejiyi temel aldığı ölçüde ileriye taşınabilir. Kapitalizmi sona erdirip toplumun zenginliğini işçi sınıfının demokratik denetimi altına alacak bir sosyalist hareket geliştirilmeden demokrasinin savunulması imkânsızdır.

Bu programla aynı fikirde olan herkesi Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılmaya çağırıyoruz.

Loading