Perspektif

18 Ekim’deki “Krallara Hayır” gösterileri ve Trump’ın diktatörlüğüne karşı mücadele

Indianapolis'teki “Krallara Hayır” protestosundan bir kesit, Eyalet Meclisi binasının önünde George Washington heykeli görülüyor. [Photo: WSWS]

“Krallara Hayır” gösterilerinin ikinci dalgası 18 Ekim Cumartesi günü gerçekleşti. Milyonlarca genç, işçi, meslek sahibi ve emekli, Trump yönetiminin Diktatörlük Operasyonu’na karşı mücadele etme kararlılıklarını ve bu otoriter rejimin üst düzey yetkilileri tarafından kendilerine yöneltilen antikomünist iftiralarından duydukları tiksintiyi göstermek için sokaklara döküldü.

Amerika Birleşik Devletleri’nin çeşitli şehir ve kasabalarında düzenlenen 2.700’den fazla ayrı gösteri, topluca ele alındığında, ülke tarihindeki en büyük siyasi gösterilerden biri oldu. Organizatörler, gösterilere yedi milyon kişinin katıldığını tahmin ediyorlar; bu, haziran ayında düzenlenen ilk “Krallara Hayır” mitinglerine katılanların sayısından iki milyon fazladır.

New York, Boston, Chicago, Los Angeles ve Washington D.C. gibi büyük şehirlerde yüz binlerce kişinin katıldığı kitlesel yürüyüşler düzenlenirken, ülke genelindeki daha küçük şehir ve kasabalarda da yüzlerce, binlerce ve on binlerce kişi mitinglere katıldı. Avrupa’da ise Londra, Paris, Berlin, Madrid, Stockholm ve Roma’nın yanı sıra onlarca küçük şehirde binlerce kişi benzer gösterilere katıldılar.

Katılımın ölçeği ve genişliği, burjuva medya ve Demokratik Parti tarafından yayılan, Trump’ın rakipsiz bir siyasi dev olduğu şeklindeki resmi anlatıyı çürütmektedir. 18 Ekim’de sokaklarda ortaya çıkan gerçeklik, Trump ve faşist kabine üyelerinden oluşan zümresinin giderek büyüyen muazzam bir muhalefetle karşı karşıya olduğudur.

Çoğu ev yapımı pankartlar taşıyan katılımcılar, demokratik hakların yok edilmesini, göçmenlere yönelik saldırıları, şehirlere asker gönderilmesini, federal çalışanların topluca işten çıkarılmasını ve sosyal programların kaldırılmasını kınadılar. Protestocular ayrıca Gazze’deki soykırıma, kitlesel yoksulluğun ortasında oligarşinin zenginleşmesine, diktatörlük ve savaşa doğru hızlanan gidişata da karşı çıktılar.

Trump, Başkan Yardımcısı JD Vance, Meclis Başkanı Mike Johnson ve Beyaz Saray Basın Sekreteri Karoline Leavitt’in protestoları karalaması, cumartesi günü sokaklara çıkanları öfkelendirmiş ama korkutmamıştı. Hatta protestocuları “Hamas destekçileri”, “antifa teröristleri”, “yasa dışı yabancılar” ve “azılı suçlular” diyerek histerik bir şekilde topa tutmak, katılımcı sayısını daha da artırdı.

Bu gösterileri harekete geçiren duygular, Demokratik Parti içinde ifade edilenlerin çok daha solundadır. Kitleler sadece faşizan Trump yönetimi ile değil, kapitalist oligarşinin başka bir fraksiyonunu temsil eden Demokratlarla da çatışmaya giriyorlar.

Trump, pazar günü protestolara cevabını verdi ve Fox News’ten Maria Bartiromo ile önceden kaydedilmiş bir tartışmada, “Unutmayın: İsyan Yasası’na başvurabilirim,” dedi. Üst düzey yönetim yetkililerinin yakında yürürlüğe gireceğini belirttiği bu yasanın uygulanması, başkanın emri altındaki muvazzaf silahlı kuvvetlerin ülke içinde görevlendirilmesine yasal onay sağlayacak. Trump, Demokratik Parti’nin yönetimde olduğu eyaletleri doğrudan tehdit etti ve Ulusal Muhafızları San Francisco’ya göndermeyi planladığını belirtti.

Trump, bir Nazi gibi yetiştirilmesine ve entelektüel alçaklığına uygun bir şekilde, protestolara kelimenin tam anlamıyla pislikle yanıt verdi. Sosyal medya hesabında, taç takmış halde, “Kral Trump” yazılı bir uçağı süren bu Führer bozuntusu, Times Meydanı’ndaki protestoculara dışkı döktüğü bir video paylaştı. Vance tarafından paylaşılan başka bir yapay zekâ (AI) videosunda, Demokratik Parti politikacıları onun önünde eğilirken Trump’ın taç giyip kılıcını kınından çıkardığı gösteriliyordu.

Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson, ABC News’in “This Week” adlı röportaj programında, her hafta “Marksizmin ve sosyalizmin tehlikeleri hakkında konuşacağını” söyleyerek Amerikan egemen sınıfının en derin korkularını dile getirdi. Johnson, “Bu tehlikeli bir ideolojidir ve Amerikan karşıtıdır. Bizim savunduğumuz her şeye aykırıdır,” diye ekliyordu. Zohran Mamdani’nin, hızla reddettiği sınırlı reform programıyla New York belediye başkanı seçilme olasılığına atıfta bulunan Johnson, “Demokratik Parti’de Marksizmin yükselişi” konusunda uyarıda bulundu.

Trump ve Cumhuriyetçi faşistlerin 18 Ekim gösterilerini şiddetle kınamaları ve şiddet tehditleri, kapitalist oligarşinin artan muhalefetten ve halkın siyasi radikalleşmesinden duyduğu dehşeti ifade etmektedir. Onlar her protesto gösterisinde sosyalist devrim hayaleti görüyorlar. Faşist dünya görüşlerinde, Amerikan egemen sınıfının en eski kapitalist partisi olan Demokratik Parti’nin etkisiz reform çağrıları bile isyanı kışkırtmak ve sosyalizmi meşrulaştırmak olarak görülüyor.

Elbette, bunun gerçeklerle hiçbir ilgisi yok. Demokratik Parti, cumartesi günü sergilenen kitlesel muhalefete derin bir düşmanlık besliyor ve onun önemini küçümsemeye uğraşıyor. Trump’ın ekonomik ve sosyal politika hedeflerini büyük ölçüde paylaşıyor ve Trump’a karşı herhangi bir kitle hareketine karşı çıkıyor.

Bu durum, Demokratik Parti çizgisindeki başlıca gazete olan New York Times tarafından en açık şekilde ifade edildi. Gazete, pazar sabahı internet sitesinin ana sayfasında küçük harflerle yazılmış iki makale yayımladı.

Basılı baskısının A17 sayfasında yayımlanan ilk makale, “‘Yeter Artık, Trump!’: Başkan’ı Kınayan Protestocular Ülke Çapında Birleşiyor” başlığını taşıyordu ve kalabalığın büyüklüğü hakkında herhangi bir tahminde bulunmaktan kaçınıyor, gösterilerin devasa boyutunu aktarmaya hiç çaba göstermiyordu. İkinci makale, “Vance, Binlerce Kişi Trump’ın Gündemini Protesto Ederken Deniz Piyadelerinin Gücünü Gösteriyor” başlığını taşıyordu ve inanılmaz bir şekilde, “ülke çapında binlerce kişi, gücünü bir kral gibi kullandığını iddia ettikleri başkanı protesto etti,” diye yazıyordu [vurgu sonradan eklendi]. Pazar akşamı, bu iki makale bile gazetenin ana sayfasından kaldırılmıştı.

18 Ekim protestoları öncesinde, üst düzey Demokratlar bu protestoların yapılacağını bile görmezden geldiler. Ancak gösterilerin arifesinde, bunların ne kadar büyük olacağı belli olunca, parti liderleri ılımlı destek açıklamaları yaptılar. Senato Çoğunluk Lideri Chuck Schumer, New York’ta sendika yetkilileriyle birlikte yürüyüş yaparken çekilmiş fotoğraflarını paylaşarak, “Amerika’da diktatörümüz yok” şeklinde yavan bir açıklama yaptı. Bu açıklama, Trump’ın Demokratik Parti’nin suç ortaklığıyla diktatör gibi davrandığı gerçeğiyle çelişmektedir.

Demokratların müdahalesi, muhalefeti tamamen etkisiz hale getirmeyi ve milyonlarca insanın büyük öfkesini partinin kendi gerici, savaş yanlısı ve kapitalist gündemine yönlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu durum, ertesi gün önde gelen Demokratların ABD tarihindeki en büyük protesto hareketi hiç olmamış gibi davranmasıyla daha da netleşti.

ABC’nin “This Week” programında, Johnson’ın ardından, Temsilciler Meclisi Azınlık Lideri Hakeem Jeffries, gösterilerden, Trump’ın yapay zekâ propaganda videolarından veya başkanlık diktatörlüğü kurmak için devam eden komplosundan hiç bahsetmedi. Bunun yerine, hükümetin kapanmasını sona erdirmek için Cumhuriyetçilerle “iki partili işbirliği” ve “müzakere” çağrısına odaklandı. Jeffries, “Oturup, harcama anlaşmasını yürürlüğe koymak için iki partili bir yol bulmak istiyoruz” derken, Trump ile Hesaplı Sağlık Hizmetleri Yasası sübvansiyonları konusunda bir “anlaşma” olasılığını da öne sürdü.

Demokratik Parti içinde, Senatör Bernie Sanders başta olmak üzere kendilerine “solcu” süsü verenler, özellikle kirli bir rol oynuyorlar. Sanders’ın, daha önce Vermont’ta küçük bir etkinlikte konuşma yapmayı planladıktan sonra, son dakikada Washington D.C.’deki ana mitinge katılma kararı alması, milyonlarca insanın artan radikalleşmesini Demokratik Parti’nin güvenli sınırları içinde tutmak amacıyla hesaplanmış bir müdahaleydi.

Sanders’ın herhangi bir siyasi içerikten yoksun ahlaki çağrılar ve milyarderlerin kınanmasıyla dolu konuşması, en saf haliyle demagojiydi. “Özgürlük”, “demokrasi” deyip ve otoriterlik tehlikesinden bahsederken, kapitalizm veya sosyalizmden hiç söz etmedi. Sanders, “çalışan aileler için mücadele etmekten” bahsetti ancak ne tür bir mücadele önerdiğine dair hiçbir şey söylemedi, çünkü bir önerisi yok.

Sanders’ın yaptığı en önemli açıklama şuydu: “Cumhuriyetçi meslektaşlarıma söylüyorum, bir aylık tatilinizden dönün, müzakerelere başlayın ve Amerikan sağlık sisteminin yok edilmesine izin vermeyin. Bu kapanmayı sonlandırın.” Bu “meslektaşlar”, Trump’ın faşist suç ortaklarıdır. Hükümetin İsyan Yasası’nı yürürlüğe koymaya ve halka karşı orduyu seferber etmeye hazırlandığı koşullarda onlara “müzakere” ortağı olarak hitap etmek, sadece naiflik değildir. Bu, siyasi suç ortaklığıdır.

Bir de sendikal aygıt var ki, resmi olarak gösterileri destekleyen sendikalar dahil, hiçbiri üyelerini gösterilere katılmaya çağırmak için çaba göstermedi; ancak birçok işçi kendi inisiyatifiyle gösterilere katıldı.

New York’ta dikkat çeken bir işçi grubu yoktu ve yakınlarda düzenlenen ayrı bir “işçi mitingi”ne katılım düşüktü ve mitinge sıradan işçilerden ziyade sendika yetkilileri hakimdi. Birleşik Otomotiv İşçileri Sendikası (UAW), Amerikan otomotiv sanayisinin tarihi merkezi olan Detroit’teki gösteriyi desteklemedi ve üyelerini harekete geçirmedi. Shawn Fain yönetimindeki UAW, Trump yönetiminin ekonomik milliyetçilik ve ticaret savaşı programına açıkça destek vermiştir.

“Krallara Hayır” gösterileri önemli bir siyasi dönüm noktasıdır. Haziran ayındaki son gösterilerden bu yana, Trump’ın diktatörlük kurma komplosu hız kazanmış ve ülke çapında büyük bir muhalefet yaratmıştır. Trump’a yönelik muhalefet hızla Demokratik Parti’deki işbirlikçilerine de yayılmaktadır. NBC’nin Washington gösterisinden yaptığı bir haberde, bir inşaat işçisi “Artık Demokratik Parti’ye pek güvenmiyorum” diyordu. Başka bir işçi ise, “Genel anlamda, Demokratik Parti de şirketlerin çıkarları tarafından satın alınmış durumda ve sıradan emekçileri savunamıyor” yorumunda bulundu.

Burjuva medyanın bu tür duyguları haber yapması oldukça sıra dışıdır. Daha da sıra dışı olan ise İngiliz gazetesi The Guardian’ın ABD baskısında yer alan haberdeki şu ifadelerdir: “Sol gruplar, net bir siyasi program ve somut taleplerin açıklanmasını talep ettiler. Sosyalist Eşitlik Partisi, 15 Ekim tarihli ‘Krallara da Nazi Führerlere de Hayır! İşçi sınıfını Trump’ın diktatörlüğüne karşı seferber edelim!‘ başlıklı bildirisinde, ‘Krallara Hayır’ sloganının otokrasiye karşı halkın geniş kesimlerinin düşmanlığını ifade ettiğini ancak ‘öfke ve kızgınlığın diktatörlüğü durdurmak için yeterli olmadığını’ belirtti.”

Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP) bu büyük kitleye “net bir siyasi program ve somut talepler” sunan tek örgüt olduğu nesnel bir gerçektir. SEP üyeleri ve destekçileri ile Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler (IYSSE) üyeleri, ABD’nin onlarca yerinde on binlerce bildiri dağıttılar.

The Guardian’ın da yukarıdaki haberinde alıntı yaptığı bu bildiri, ülkenin bir kıyısından öbür kıyısına yürüyüşçüler tarafından sıcak bir şekilde karşılandı. Gösterilerde, SEP’in son açıklamalarından oluşan, Trump’ın Faşist Komplosuna Karşı Mücadele: Sosyalist Bir Strateji başlıklı yeni broşürden de yüzlerce satıldı.

Gazze’deki soykırıma karşı yapılan kitlesel protestoların deneyimi kritik bir ders içermektedir. Bu gösteriler, dünya çapında on milyonlarca insanın katılmış olmasına rağmen, siyasi olarak ABD’deki Demokratik Parti’yi de kapsayan egemen sınıf partilerine tabi oldukları için katliamı durdurmayı başaramadılar.

Trump’a ve faşizme karşı mücadeleyi Demokratik Parti’ye tabi kılmak kesinlikle ölümcül bir hatadır. Mitingde yaygın olarak dağıtılan SEP bildirisinde açıklandığı gibi, Trump rejimi bir sapma değil, hastalıklı bir toplumsal düzenin ürünüdür. Bu, oligarşinin hükümetidir, oligarşi tarafından kurulan bir hükümettir ve oligarşi için yöneten bir hükümettir. Bildiride belirttiğimiz gibi, “Trump geleneksel, yasal, anayasal ve şiddet içermeyen çözümlerin bulunmadığı, giderek tırmanan bir dizi ekonomik, sosyal ve jeopolitik krizle başa çıkmak için seçilmiştir.”

Mevcut krizin sonucu, gerçekten devrimci tek sosyal güç olan işçi sınıfının siyasi duruma bağımsız, bilinçli ve kendi programıyla girip girmeyeceğine bağlıdır. Milyonlarca insan sokağa çıkmış ve birçok işçi de gösterilere katılmıştır ancak işçi sınıfı henüz sınıf mücadelesi yöntemleriyle bağımsız bir şekilde duruma müdahale etmemiştir.

SEP, her işyerinde, okulda ve mahallede taban komitelerinin kurulması için mücadele ediyor. Bu komiteler, Trump hükümeti tarafından uygulanan polis devleti önlemlerine karşı, işçilerin sadece ekonomik ve sosyal çıkarlarını değil, aynı zamanda en temel demokratik haklarını da savunmalıdır. Komiteler, işçi mücadelelerini tüm sektörlerin ve sınırların ötesinde birleştirmek için, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) aracılığıyla ulusal ve uluslararası düzeyde koordinasyon sağlamalıdırlar.

İşçi sınıfının kendi bağımsız temelleri üzerinde siyasi mücadeleye girmesi, tüm durumu değiştirecektir. Bu, diktatörlüğe ve savaşa karşı çıkan ancak net bir siyasi alternatiften yoksun olan milyonlarca insan için devrimci bir çekim merkezi oluşturacaktır.

Sosyalist Eşitlik Partisi, işçilerin ve gençlerin büyüyen hareketini, iş başında olan tarihsel, siyasal ve sınıfsal güçlere ilişkin net bir kavrayışla donatmak için mücadele ediyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde diktatörlüğe karşı mücadele, tüm dünyadaki işçilerin emperyalist savaşa, toplumsal eşitsizliğe ve kapitalist sömürüye karşı mücadelesinden ayrılamaz. İleriye giden yol, uluslararası işçi sınıfını sosyalizm uğruna ortak bir mücadelede birleştirmekten geçiyor.

Loading