16 Temmuz, Stalin’in Sovyetler Birliği’ndeki teröründen sağ kurtulan Yahudi sosyalist Nathan Steinberger’in 115. doğum günüydü. Steinberger 20 yıl önce, 26 Şubat 2005’te, Berlin’de hayatını kaybetmişti. Dünya Sosyalist Web Sitesi, Steinberger’in doğum günü ve ölüm yıldönümü vesilesiyle, 2005 tarihli vefat ilanını kısa süre önce yeniden yayımladı. Aşağıda ise WSWS’nin Steinberger’le 1997 yılının Nisan ayında yaptığı söyleşiyi yeniden yayımlıyoruz. [Türkçesi ilk kez 31 Mart 2005’te yayımlanan metnin gözden geçirilmiş halidir].
Ulrich Rippert ve Verena Nees, Nathan Steinberger’le Berlin’deki dairesinde görüştüler.
* * *
Yaşamın Stalinizmin trajik deneyimleriyle yakından bağıntılıydı. Hitler’in iktidara gelmesinden bir sene önce Moskova’ya gittin ve birkaç yıl sonra tutuklandın ve yaklaşık olarak 20 yılını Stalinist bir gulagda geçirdin. Neyle suçlanmıştın?
Sorgu tutanaklarına ve hakkımda verilen karara göre “karşıdevrimci Troçkist faaliyetle” suçlanmıştım. Troçki’nin Sol Muhalefet’inin taraftarları 20’li yıllarda çoktan sürgüne gönderilmişler ya da NKVD’nin (Stalinist gizli polis, KGB’nin selefi) hapishane kamplarına konulmuşlardı.
1937 yılında hemen hemen hepsi öldürülmüştü. Ancak Stalinist politikalara karşı eleştirel bir tavrı olduğundan şüphelenilen herkese karşı “Troçkizm” suçlaması yöneltildi.
Benim “Troçkist faaliyetimle” ilgili sefil “kanıt” 16 yaşındayken Karl Korsch’un çizgisine yönelmiş olan bir gençlik grubuna katılmış olmamdı. Bu nedenle kısa bir süre için KJVD’den [Almanya’daki Komünist Gençlik Federasyonu] ihraç edilmiştim. Korsch 20’li yıllarda Sovyetler Birliği’nde Troçki’nin önderliğindeki Sol Muhalefet’ten yana tavır almıştı.
Sorgu yargıcı aynı zamanda erkek kardeşimin ve benim Nathan Lurje’yi tanıyor olmamızdan yola çıkarak arada yasa dışı bağlantı olduğu sonucunu çıkartmaya çalıştı. Nathan 1929 yılında Berlin’deki çalışmalarımın ilk başlarında Komünist Öğrenciler’in önderliği içinde yer alıyordu ve 1936’da Zinovyev ile birlikte “Troçkist bir suçlu” olmaktan mahkûm oldu ve idam edildi.
Benim kaderim bireysel bir kader değildi. Bütün Alman göçmenleri bu kaderi paylaştı ve bu kader o sırada Sovyetler Birliği’nde yapılan, muhtemelen milyonlarca insanın kurbanı olduğu tasfiyelerin bir parçasıydı. Büyük halk grupları, tüm toplumun belirli katmanları tehlikeli addedilerek, Stalin’in baskısının kurbanı oluyorlardı.
Büyük tasfiyelerden biraz daha söz edebilir misin?
Sovyetler Birliği’nde 1936 ile 1938 arasında olanlar tek kelimeyle bir katliamdı. Akıl almaz bir şeydi. Yüz binlerce mi yoksa milyonlarca mı insanın öldürüldüğünü söyleyemem. Konuya istatistikler açısından bakıldığında Moskova Duruşmaları sırasında ölüme mahkûm edilenler kurbanların toplam sayısının sadece çok küçük bir bölümünü oluşturuyordu. 55 sanığa yönelik hukuki suçlamalar göstermelik yargılamalardı. Hepsi ölüm cezasına ya uzun süreyle kamplara gönderilme cezasına çarptırıldılar ve sonrasında ya hemen ya da kampta kısa bir süre kaldıktan sonra idam edildiler.
Bu göstermelik yargılamalar yurtdışında her şeyin yasalar çerçevesinde yapıldığı izlenimini yaratmak için kullanıldı. Gerçekte sanıklar NKVD tarafından uzun bir süre boyunca, kimlikleri tam anlamıyla yıkıma uğrayıncaya, tamamen tükeninceye dek sorgulanarak ve işkence edilerek hazırlanmışlardı. Zinovyev, Kamenev ve diğerleri “itirafta bulunduklarında” artık kendileri değillerdi. Kuklalara dönüştürülmüşlerdi.
Stalin’in Moskova Duruşmalarında yürütülen parodinin aynısını milyonlarca insan için düzenlemesi mümkün değildi. Tutukluların en azından yüzde 80’i hiçbir zaman mahkeme kapısından içeriye adım atmadı. Bu insanlar sözde özel oturumların ardından 5 ile 25 yıl arasında süreyle bir kampta hapse mahkûm edildiler.
Ölüm cezası ya da ömür boyu hapis cezası söz konusu olduğunda anayasaya bağlı kalıyormuş görüntüsü yaratıyorlardı çünkü ölüm cezasını sadece mahkemelerin vermesine izin veriliyordu. Halka kapalı ve yarım saat ya da en fazla bir saat süren ve bütünüyle bir formalite olan duruşmalar düzenlediler. Sanıkların kendilerine yöneltilen bir dizi suçlamalarla ilgili olarak ifade verme olanakları kesinlikle yoktu. Birinin suçlu olup olmadığının hiçbir önemi yoktu. Bu mahkemelerde hiç avukat bulunmazdı.
İlk tasfiye dalgası 1928-29’da zorla kolektifleştirme başladığı sırada yapıldı. Bu köylülere yönelik kanlı bir katliamdı. Kurbanların sayısı ölçülemeyecek kadar büyüktü. Zorla kolektifleştirme hakkında eleştirel düşünceye sahip olduğundan şüphe edilen herkes tutuklandı ve kurşuna dizildi ya da çalışma kampına gönderildi. Ancak Ekim Devrimi’nden sonra bir arazi sahibi olabilen birçok köylü bu zorlayıcı önlemlere karşı direndi. Çiftlik hayvanlarını, araç-gereçlerini ve hatta tohumlarını sattılar. Bütün tahıl stokları ellerinden alındı. Sonuç olarak yüz binlerce insanın öldüğü bir kıtlık yaşandı.
1935 yılında başlayan ikinci tasfiye dalgası esas olarak şehirlerde yaşayan insanları –işçileri, büro çalışanlarını, öğrencileri ve Ekim Devrimi’nin amaçlarına sıkı sıkıya bağlı kalan ve Stalinist aygıtla gittikçe daha açık bir biçimde ihtilafa düşmeye başlayan aydınları– vurdu.
Kitlelerin Sovyet devletinin bürokratik yozlaşması nedeniyle duydukları hoşnutsuzluk, yiyecek ve sınai tüketim mallarındaki kıtlık nedeniyle daha da yoğunlaştı. Ne var ki bu artan muhalefet, benim bilebildiğim kadarıyla, açık ayaklanmalar ya da kitlesel grevler halinde patlak vermedi. Stalin’in zulmü ilk başlarda eski Bolşeviklere ve iç savaşın en güç, en zorlu yıllarında partiye girmiş olan komünistlere yönelmişti.
Stalin en çok partinin bu içten, devrimci kalbinden korkar ve nefret ederdi. Stalin’in diktatörlüğünün kuruluşuna karşı çıkan farklı sol ve sağ muhalefet önderleri bu unsurların arasından çıkmıştı.
Yaygın hoşnutsuzluğun hem partinin geniş kesimlerini hem de nomenklatura (bürokratik aygıt) içinde yer alan kadroları kaplaması tehlikesi ortaya çıkınca Stalin öldürücü darbesini vurdu. Bu ortaya çıkabilecek herhangi bir potansiyel rakibe karşı yürütülen önleyici bir iç savaştı. Stalin’in teorisi ve pratiği şuydu: örgütlü muhalefetin olası her kaynağının kökleri sökülmeli ve dalları budanmalıydı.
Stalin, Nazi Almanya’sından, Polonya’dan ve başka ülkelerden gelen göçmenlere, senin ve eşin gibi yabancı Komünistlere neden zulmetti?
Sovyetler Birliği’ne göç etmenize izin verilmesi büyük bir ayrıcalıktı. Siyasi göçmenlerin Stalin’e ya da Komintern’e yönelik eleştirel tavır almıyor olmaları, kural olarak güvenilir görevliler, parti içi muhalefet gruplarına bulaşmamış, parti önderliğinin sadık destekçisi insanlar olmaları gerekiyordu. Siyasi sığınma başvuruları ancak başvuruda bulunanların partideki geçmişleri esaslı bir incelemeden geçirildikten sonra onaylanıyordu.
Bütün bunlar, bu insanların maruz kaldıkları korkunç zulmü daha da açıklanamaz hale getiriyor. Ancak Stalin’in gözünde partiye bir devrimci olarak girmiş olan bütün eski komünistler, partinin çizgisini ister savunuyor ister savunmuyor olsunlar, potansiyel birer muhaliftiler.
Almanya [Komünist] Partisi gibi, Stalin’in dış politikasında stratejik bir değeri olan Polonya Komünist Partisi de tasfiyeler sırasında özellikle çok ağır bir darbe yedi. 1937 yılında bütün Polonyalı görevliler resmi bir emirle görüş alışverişi için Lubyanka’ya davet edildiler ve bunlardan hiçbiri Lubyanka’dan sağ olarak dönmedi. 1938 yılında Polonya partisi feshedildi. Polonya partisinin önde gelen üyeleri arasında hayatta kalabilenler sadece Polonya’da hapishanede oldukları için Moskova’ya gitme davetini kabul edemeyenler oldu.
Oran olarak Alman siyasi göçmen grubu küçüktü çünkü Stalin çok sayıda Alman komünistinin göçmen olarak gelmesini istemiyordu. Komintern’in 1933 öncesinde Almanya’da uyguladığı, Hitler’in zafere ulaşmasına yardımcı olan politikalara yönelik eleştirilerin ardından bu onun için zor olacaktı.
1933 ile 1936 arasında Almanya ve Avusturya’dan Sovyetler Birliği’ne aileleriyle birlikte 6.000 kadar insan geldi. Bunların yüzde 80’ninin öldüğü tam bir kesinlikle söylenebilir. Ben 1 Mayıs 1937’de tutuklandığımda Alman siyasi göçmenlerinin yarısı tutuklanmıştı ve bu oran 1938’de en azından yüzde 70’e yükselmişti. Savaşın başlamasıyla birlikte geriye kalan yüzde 30 da tutuklandı ve sınır dışı edildi. Gulaga gönderilen arkadaşlarımdan hiçbiri sağ kalmadı. Eşim ve ben Kolıma’ya ya da diğer yerlere sürgüne ya da gulaglara gönderilenler arasında sağ olarak dönen çok az sayıdaki insanlardanız.
Nazi Almanya’sından kaçıp gelmiş olan göçmenlerin çoğu hatalı ve keyfi bir biçimde faşist rejime sempati duymakla suçlandılar – bu Gestapo’nun elinden kıl payı kurtulmuş KPD [Almanya Komünist Partisi] üyelerine yöneltilen bütünüyle saçma bir suçlamaydı. Hitler’in hükümeti ve Moskova’daki ulakları Stalin’in Alman mültecilere karşı uyguladığı terörden hoşnut olduklarını açıkça gösterdiler. Gestapo, faşistlerin “arananlar” listesinin başında yer alan bir dizi üst düzey komünist görevlinin NKVD tarafında öldürülmüş olduğunu şaşkınlık içinde fark etti.
Hayatta kalabilen ve daha sonra DDR’de üst düzey görevler üstlenen Ulbricht ve KPD’nin diğer önderleri ne tür bir rol oynadılar?
KPD’nin önde gelen kadroları Stalin tarafından yok edilmek üzere seçilmişlerdi. Thaelmann’nın Merkez Komitesi üyeleri Gestapo tarafından olduğu kadar NKVD tarafından da öldürüldü. NKVD ile Gestapo arasındaki bu işbirliği resmi anlaşmalara dayanmıyordu ancak 1939’da varılan Alman-Sovyet Paktı’nın hazırlayıcısı olan önlemlerle bağdaşıyordu.
Almanya’da sadakatle Stalin’in politikalarını uygulamış olan Thaelmann’la ilgili olarak, düşüncem o ki Stalin onu sadece terk etmedi fakat fiilen onu Gestapo’ya teslim etti. Stalin-Hitler paktı sırasında onu birkaç Nazi ajanı ile değiş tokuş etmek kolayca gerçekleştirilebilir bir şeydi. Ancak daha sonra Sovyet arşiv belgelerinin de ortaya koyduğu şekilde, Stalin Thaelmann’ın karısının yardım talebine kulak bile asmadı.
Sovyetler Birliği’nde sağ kalmış olan Alman partisi önderlerinin tamamının eline kan bulaşmıştı. Bunlar kendi yaşamlarını NKVD’nin talimatlarını tek bir protestoda bulunmadan yerine getirerek ve parti üyelerini baskı kurumlarına teslim etmek için gerekli olan her şeyi imzalayarak kurtardılar. Walter Ulbricht bunlardan biriydi ve özellikle çok tiksindirici bir rol oynadı fakat aynı zamanda Herbert Wehner ve hatta diğerlerinden daha temiz olan Wilhelm Pieck bile aynı şeyleri yaptı. Pieck en azından 1945’ten sonra biz de dahil olmak üzere sağ kalan parti üyelerinin serbest bırakılmalarını sağlamak için çaba gösterdi.
Daha önce yayımlanmış olan çalışmalarında Stalin’in uluslararası komünist hareketi ve Komintern’i 1943 yılında resmen sona erdirmeden önce ortadan kaldırmak için çalıştığına işaret ediyorsun. Bunu açabilir misin?
Solun bütün umudu dünya devrimine ya da en azından birkaç Avrupa ülkesinde devrimin olmasına bağlanmıştı. Bolşevik Parti bir bütün olarak kendisini bu çizgiye bağlamıştı. Lenin ve diğer önde gelen Bolşevikler ele geçirdikleri siyasi iktidarın sadece ilk adım olduğunun ve ancak sanayileşmiş ülkeler tarım ülkesi olan Rusya örneğini izlerlerse sosyalist toplumsal düzeni inşa etmeye giden yolu hazırlayabileceklerinin bilincindeydiler. Halk kitleleri aynı düşünceyi taşıyorlardı ve 1919’da Komünist Enternasyonal bu ruhla kuruldu.
Ancak bir dizi ülkede işçilerin yenilgiye uğramasıyla daha başka devrimler yaşanmasına yönelik umut ortadan kalktı. Stalin’in zaferi esas olarak bu gerçekle bağlantılıydı.
Buharin, Siyasi Büro’dan muhalefetin son üyesi olarak çıkartılınca ve KEYK (Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi) genel sekreterliği görevinden alınınca, Komintern’in yönetimi fiilen Stalin’in eline geçti. “Tek ülkede sosyalizmi inşa etme” teorisi yol gösterici ilke olarak ilan edildi ve Komintern, Moskova’daki aygıtın dış politikasına tabi hale getirildi.
Öğrenciyken Sol Muhalefet’in neden “tek ülkede sosyalizm” tezine karşı mücadele ettiğini anlayamıyordum. Ancak daha sonraları bu sorunun Sovyetler Birliği’ndeki egemen katmanla Muhalefet arasındaki gerçek ayrım çizgisini oluşturduğunu fark ettim.
KPD, Komintern içinde Stalin’in çizgisinin etkilerini ilk hisseden parti oldu. KPD, Sovyet Komünist Partisi’nin 1928’de zorla kolektifleştirmeyi haklı göstermek için kullandığı sola dönüşe uyarlanarak kendisini aşırı sol bir yörüngeye oturttu. Faşizm tehlikesi minimize edildi ve bunun yerine sosyal demokrasinin “sosyal faşizm”i esas tehlike olarak ilan edildi.
Ardından 1933’te yaşanan yenilgiden Stalin’in kendisi sorumlu olmasına karşın, suçlanan Alman mülteciler oldu. Stalin dış politika söz konusu olduğunda kesinlikle faşizmle birlikte çalışılabileceğini düşünüyordu. Bütün “sosyal faşizm teorisi” buna uygun olarak oluşturulmuştu. Stalin’in, Mussolini’nin İtalyan faşizmiyle hiçbir çatışma noktası yoktu. Tamam, faşizm antikomünist olabilirdi ancak Churchill ve Stresemann da antikomünisttiler.
Stalin’e göre Almanya’daki, İngiltere’deki, Fransa’daki ve diğer ülkelerdeki emperyal eğilimler birbirinin aynıydı. Bu ülkeler hangisinde kimin iktidarda olduğuna bakmaksızın Sovyetler Birliği’nin dostu ya da düşmanı olabilirlerdi. KPD, Alman Sosyal Demokratlarının (SPD) “sosyal faşizm”ine karşı mücadele verirken, Stalin, Alman Reichswehr’inin (İmparatorluk Ordusu) yönetimiyle bağ kurmaya çalışıyor ve Polonya’ya karşı işbirliği içinde hareket etme konusunda gizli görüşmeler yürütüyordu.
Moskova Duruşmaları, Leon Feuchtwanger gibi komünist partilerin üyesi ya da sempatizanı olan birçok Batı Avrupalı ve Amerikalı aydın tarafından desteklendi. Bu konuda ne düşünüyorsun?
Böyle davranan sadece Feuchtwanger değildi. Romain Rolland, Ernst Bloch ve diğerleri de bu grupta yer aldılar. Her şeyden önce Moskova Duruşmalarında tanık olarak yer almaları şoke edici bir durumdu. Nasıl tanık olabilirlerdi ki? Feuchtwanger Rusça bile konuşamıyordu. Tutuklularla konuşabilme ve bağımsız bilgi edinebilme olasılıkları yoktu. Rusça anlıyor olsalar bile, sadece resmi olarak yayımlanmış olan şeyleri duyabilirlerdi. Bizim tanıdığımız insanlardan hiçbiri yargılananların sözde itiraflarına inanmamıştı. Ancak Bloch ve Feuchtwanger bunlara inanmak istediler.
Stalinizmin, Ekim Devrimi ve Bolşeviklerin politikalarıyla daha önceden başladığına ve Ekim Devrimi’nin bir devrim değil, bir darbe olduğuna dair yaygın görüş hakkında ne düşünüyorsun?
Her şeyden önce 1928/1929’dan sonra olanlar 1917 Ekim Devrimi’yle taban tabana zıttı. Ekim Devrimi halkın gerçekleştirdiği gerçek bir devrimdi, bir darbe değildi. Bolşevikler sadece işçilerin değil, o yıllarda nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylülerin de güvenini kazanmayı başarmışlardı. Köylülerin taleplerini benimsediler. Büyük toprak sahiplerinin mülklerini köylülere vermesi, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesinden sonra toplanan ilk Sovyet Kongresince kararlaştırıldı. Buna karşılık Stalin’in rejimi köylülerin kanlı bir biçimde ezilmesiyle güçlendirildi.
Bana göre can alıcı nokta, buna karşı çıkacak örgütlü solun bulunmamasıydı. 1928’den önce Troçki’in taraftarlarının çoğu çoktan sürgüne gönderilmiş, partiden ihraç edilmiş ve hapse atılmış olmasına karşın, solda yer alanların o tarihte zorla kolektifleştirmenin ne anlama geldiğini tam olarak anlayamadıklarını düşünüyorum.
Sağ muhalefete önderlik eden Buharin de bunu anlamadı. Zorla kolektifleştirmenin çılgınlık olduğunu görmesine karşın bu Stalinist eylemin daha derinde yatan anlamını anlamadı. Stalin’in önceliği köylülerin ve işçi sınıfının muhalefetinin buluşmasına engel olmaktı. Dolayısıyla köylü muhalefetinin ortadan kaldırılması Ekim Devrimi’nin köklerine darbe vurdu.
Stalinizmi, Bolşevizmin sonucu ve devamı olarak açıklamak –ki yaygın olarak benimsenen görüş bu– gerçeğin bütünüyle tahrif edilmesi demektir. Stalinist darbe, Ekim Devrimi’nin ideallerinin ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.
Troçkistler her zaman Stalinist bürokrasinin Sovyetler Birliği’ni yıkacağı ve kapitalizmi restore edeceği uyarısında bulundular. Bu 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla gerçekleştiğinde ortada hiçbir muhalefet yoktu. Bu gelişme konusunda ne düşünüyorsun?
Hiç kimsenin sormadığı büyük soru bu işte. Faşizmi yenmiş olan güçlü Sovyetler Birliği çöktü ve hiç kimse onu savunmadı. Verilebilecek tek cevap şudur: çöktü, çünkü bu Stalinist bir rejimdi. Stalinizm sistemin içinde yeni ve ilerici bir şeyler geliştirebilecek olan bu güçlerin hepsini yok etmiş ve zararsız hale getirmişti.
Sovyetler Birliği’nde her şey Marksist bir düzene uyuyormuş gibi görünebilir: sermaye kamulaştırılmış, Muhalefet bastırılmış ve her şey sosyalizm olarak tanımlanmış. Ardından “faşizme karşı kazanılan zafer” gelmiş. Ancak olanları bu şekilde görmek saflık olur. Ulusallaştırılmış mülkiyet sosyalizmle aynı şey değildir. Bu tür yanılsamalar Stalinizm konusundaki kafa karışıklarının oluşmasında büyük rol oynadı.
1955’te, haklarının iade edilmesinden sonra eşin ve kızınla birlikte Berlin’e geri döndün. O tarihlerde DDR’de koşullar nasıldı ve ne tür deneyimler yaşadın?
DDR [Alman Demokratik Cumhuriyeti], Sovyetler Birliği model alınarak inşa edilmişti. Buna karşılık Sovyetler Birliği açık bir şehir olan Berlin’de göstermelik duruşmalar düzenleyemedi. DDR’de, SSCB’de olduğu gibi sözde bir planlı ekonomi vardı; durum Sovyetler Birliği’ndekinden pek farklı değildi ve belirli ayrıcalıklar söz konusuydu, çünkü DDR sanayisi, Sovyetler Birliği’nin tedarikçisi konumundaydı. Sovyet ekonomisi hammaddelere ve büyük bir savaş sanayine sahipti ancak imalat sanayi düşük düzeydeydi. Sovyetler füze üretebiliyor ancak tava üretemiyordu.
DDR’yi, Stalinizmin en korkunç özelliklerini taşımayan, Stalinist türde sosyalizm olarak tanımlayabilirim. Dahili olarak planlı ekonominin içi tamamen boştu. Bu durum DDR rekabete maruz kalınca açıkça görülebilir hale geldi. Rekabete ayak uyduramadı, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki pazarlarını kaybetti ve çöktü.
DDR’nin aksine Sovyetler Birliği’nde işçiler Ekim Devrimi’nin ardından aktif bir biçimde ilk işçi devletini inşa ettiler. DDR’de ulusallaştırma yukarıdan aşağıya gerçekleştirildi. Bu açıdan aralarında önemli bir fark görüyor musun?
Evet, elbette görüyorum. Ekim Devrimi ve iç savaş büyük işçi kitleleri ve kendilerini Enternasyonal’in öncüleri olarak gören parti üyeleri tarafından desteklendi. Ancak DDR daha işin en başından itibaren hilekârlığı temel aldı. Bu nedenle bugün DDR’den geriye hiçbir şey kalmamış durumda.
1955 Noel’ine doğru Berlin’e döndüğümde, Kruşçev’in iktidarı altında yumuşama dönemi adı verilen günler yaşanıyordu. Hiçbir zaman Batı Berlin’e gitmeyi düşünmedik. Stalin’in ölümünün ardından sosyalizmin mutlaka yeniden canlanma yaşayacağını düşünüyorduk. Stalin ortadan kalkmıştı ve Ulbricht’in yerine başka birinin getirilmesi planlanıyordu. Biz dahil gulagtan kurtulmuş olan herkes çok sıcak bir biçimde karşılandı. Ben hemen planlama komisyonu başkan yardımcılığı görevine atandım. Buna karşılık Sovyet kamplarında yaşadıklarımız konusunda hiçbir şey söylemememiz gerekiyordu.
Ardından Macaristan’daki ayaklanma bastırıldı ve Stalinizmin sona ereceği ve sosyalizmde bir canlanma yaşanacağı umutları ortadan kayboldu. Ulbricht bir kez daha dizginleri ele geçirmişti. Planlama komisyonundaki işimi kaybettim. Neyse ki, nomenklatura içinde bir göreve uygun görülmedim.
Ben bir anti-Stalinist olduğumu hiçbir zaman saklamadım. Bu şekilde beni övgüler eşliğinde Meisen’de akademik kariyere gönderdiler ve Postdam’da, Meisen’de ve nihayet Berlin-Karlshorst’ta ekonomi profesörü oldum.
Elbette, beni gizlice izlediler. Birleşmenin ardından (1990’da) bizler “Gauck” Bürosu’ndan (Doğu Alman gizli polisinin faaliyetlerini incelemek için Bonn hükümeti tarafından kurulan büro) eski Stasi dosyalarını alan ilk insanlar arasında yer aldık. Bu dosyalardan açıkça görülebiliyor ki benim hakkımda soruşturma açma girişimleri olmuş. Ancak 20 yıl Sovyet çalışma kamplarında kalmış biri hakkında dava açmak onlar açısından çok netameli bir işti. Benim Yahudi olduğumu göz önünde tutarak, muhtemelen bana Siyonist damgası vurmayı düşünmüşler.
Diğer birçoklarından farklı olarak ve bu yaşadıklarından sonra sosyalist inançlarına bağlı kaldın. Seni inandıran şey neydi?
Ben kesinlikle bir sosyalist olarak kaldım çünkü Stalinizmin deklare edilmiş muhalifiyim. Sovyetler Birliği antikomünistlerin her zaman öne sürdükleri gibi sosyalist bir devlet olduğu için değil, fakat sosyalist olan her şey Stalin tarafından imha edildiği için çöktü. Stalin sosyalizmi en tiksindirici biçimde itibarsızlaştırdı ve Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasının ardından işçi hareketinin yaşadığı krizin ortaya çıkmasında büyük bir rol oynadı.
Stalin’in düşüncelerinin gerçek sosyalizmle hiçbir ortak yanı yoktur. Örneğin, kolektifleştirme öncesinde köylüler arasında kooperatiflerin kurulmasını ya da tarım komünlerini ve ortak mülkiyet temelinde tarımı savunan akımlar vardı. Bunlardan biri, Lenin’in teşvikiyle, arkadaşım Fritz Platten tarafından örgütlenmiş olan İsviçre komünüydü. Bu komün kendileri çiftçi olmayan ancak sosyalist bir ütopya düşüncesine inanan insanlardan oluşan bir grup İsviçreli yoldaşlardan oluşuyordu. Lenin onlara şöyle dedi: traktörlerinizi getirin ve bu işin nasıl örgütleneceğini gösterin. Daha başka birçok komün örneği, örneğin Christen’inki, vardı.
Stalinist kolektifleştirme Lenin’in düşünceleriyle taban tabana zıttır. Zorla kolektifleştirmenin ilk adımı komünlerin derhal ortadan kaldırılmaları ve mülklerinin devlete devredilmesi oldu. İsviçre komününden sorumlu olan yoldaş o tarihte bu uygulamayı protesto etmek için doğrudan Moskova’ya gitmişti.
Stalin sık sık Marx’ın sosyalizmle komünizm arasındaki farkla ilgili olarak sözlerini örnek olarak gösterirdi. Bu alıntı sanki şöyle deniyormuş gibi sunulurdu: sosyalizm eşitlikçiliğe karşı mücadeledir ve gerçek sosyalist eşitliği sağlayan komünizm, uzakta bulutların arasında yer alan bir şeydir. Bu, Stalin’in Marksist alıntıları kullanışının tipik bir örneğidir.
Bugün sosyalizm kavram olarak çok sorunlu hale geldi. Gericilik her anti-kapitalist harekete sosyalist/Stalinist diyerek bu sorunu daha da katmerlendiriyor. Bu durum, sosyalizm ile Stalinizm arasındaki farklılıkları berraklaştırmayı daha da önemli hale getiriyor.
Sosyalist olmak ne demektir? Öğrencilerime sık sık bu soruyu sormuşumdur. Hiçbiri bu soruya cevap veremezdi. Gerçekte sosyalizmin ne olduğunu anlamak istiyorsan Marx’a dönmen gerekir.
Marx, sosyalizm özgürlüğü, eşitliği ve kardeşliği simgeler demişti. Bugün kardeşlik yerine dayanışma kullanılabilir. Ve bu gerçek özgürlük ve gerçek eşitlik anlamına gelir ve sadece burjuva çerçeveyi yani sadece hukuki eşitliği benimsemekle sınırlı değildir. Sosyalizm, özgürlük ve eşitlik kavramlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır.