İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları Tel Aviv ile Ankara arasındaki gerilimleri yükseltiyor

Suriye’nin güneyinde bulunan Süveyda kentinde Dürzi gruplar ile Bedevi aşiretler arasında yaşanan çatışmalara müdahil olan İsrail çarşamba günü Şam’daki Suriye Genelkurmay Başkanlığı binasını vurdu.

Olaylar, ABD’nin ve Türkiye dahil müttefiklerinin desteğiyle Aralık 2024’te gerçekleşen rejim değişikliğinin Suriye’ye demokrasi, barış ve huzur getireceği iddialarını sahteliğinin altını çizmekte ve bölgesel bir savaş riskine işaret etmektedir.

İsrail askerleri 9 Aralık 2024'te Golan Tepeleri'ni Suriye'den ayıran hatta zırhlı bir aracın yanında duruyor. [AP Photo/Matias Delacroix]

Süveyda’daki çatışmaların 13 Temmuz’da Şam-Süveyda otoyolunda Dürzi bir tüccarın Bedevilerce kaçırılmasıyla başladığı iddia ediliyor. Çoğunluğu Dürzilerden oluşan Süveyda kenti, eski Rusya ve İran destekli Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesinin ardından kurulan El Kaide kökenli Heyet Tahrir el Şam hükümetinin silahlı güçlerine katılmayı reddeden Dürzi milislerin kontrolünde bulunuyor.

Yeni Şam rejimi, Dürzi gruplar ile Bedevi aşiretler arasında çatışma çıkması üzerine salı günü kente girdi. Bu, Dürziler tarafından Şam rejimi ile mayıs ayında varılan anlaşmanın ihlâli olarak görüldü ve HTŞ güçleri ile Dürzi milisler arasında çatışmalar başladı.

Süveyda’da çıkan silahlı çatışmalarda ölenlerin sayısının 300’ü aştığı belirtiliyor. Washington ve Londra tarafından finanse edilen Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne (SOHR) göre pazar gününden bu yana Süveyda’da 69 Dürzi milis ve 40 sivil öldü. SOHR ayrıca yerel kaynaklara dayanarak Süveyda’da 27 Dürzi sivilin Suriye hükümetine bağlı güçler tarafından “infaz” edildiğini iddia etti. Kuruluş ayrıca 165 Suriye askeri ve 18 silahlı Bedevi’nin de öldüğünü kaydetti.

İsrail, güneyindeki bir kısmını işgal ettiği Suriye’nin içişlerine keyfi bir şekilde karışarak, “Şam’ın güneyine asker konuşlanmaması” talebiyle çatışmalara müdahil olurken önce Süveyda’da hükümetin güçlerinin zırhlı araçlarına saldırdı. İsrail çarşamba günü Suriye Genelkurmay Başkanlığı binası dahil Şam’daki kimi devlet kurumlarını hedef alan saldırılar düzenledi.

Rejim değişikliğinin ardından Suriye’nin geri kalan askeri altyapısını geniş çaplı hava saldırılarıyla hedef alan İsrail, mayıs ayında da Şam’a hava saldırısı düzenlemişti. O dönem Başbakan Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı İsrael Katz yaptıkları ortak açıklamada HTŞ rejimine ültimatom vererek “Bu, Suriye rejimine net bir mesajdır. Şam’ın güneyine güç konuşlandırılmasına ya da Dürzi topluluğa yönelik herhangi bir tehdide izin vermeyeceğiz,” demişti.

ABD ve müttefiklerinin İslamcı cihatçıları ve Kürt milisleri vekil olarak kullanarak 2011’den beri devirmeye çalıştıkları Esad rejiminin aralık ayında devrilmesi, İran’ın ülkedeki etkisini büyük ölçüde baltaladı. Haziran ayında İsrail İran’ı vurmak için Suriye hava sahasını kullanırken, Şam rejimi ABD-İsrail’in Tahran’a yönelik emperyalist saldırganlığına sessiz kaldı.

Şam’da rejim değişikliği, ABD’nin iki müttefiki Türkiye ile İsrail arasındaki rekabeti de kızıştırdı. Ankara, Kürt güçlerine karşı Suriye’nin kuzeyindeki askeri işgalini sürdürürken, HTŞ rejimi ile güçlü siyasi ve ideolojik bağları Tel Aviv tarafından kendi etkisine yönelik bir tehdit olarak görülüyor.

Bu yüzden Ocak ayında Netanyahu rejimine sunulan Nagel Komisyonu raporunda, “Türkiye’nin Şam’da en etkili güç haline geldiği ve İran’ın Şii ekseninin yerini Sünni-Türk ekseninin aldığı” belirtildi ve Türkiye ile olası çatışmaya hazırlık için askeri yeteneklerin güçlendirilmesi gerektiği savunuldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti de İsrail’in Filistin’in yanı sıra Lübnan ve Suriye’de etkisini artırmasından ve Ortadoğu’da ABD’nin desteğiyle başlıca bölgesel güç olarak ortaya çıkma olasılığından kaygılı. Erdoğan hükümeti bu yüzden İsrail’in artan saldırganlığının Türkiye’yi hedef alabileceğini öne sürüyor. Ekim ayında şunları söylemişti: “‘Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır.”

Dün Türkiye Milli Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada “Talep etmeleri durumunda Suriye’nin savunma kapasitesinin güçlendirilmesi ve terörle mücadelesine destek olmak için elimizden gelen desteği sağlarız” ifadeleri kullanıldı. 

Bununla birlikte Ankara, İsrail’in Gazze’deki soykırımına ve İran’a yönelik saldırısına retorik eleştirilerde bulunsa da Siyonist rejimi Azerbaycan’dan gelen petrolle beslemeyi sürdürüyor ve ülkedeki üslerin ABD tarafından İsrail yararına kullanılmasına izin veriyor.

Ankara ayrıca İsrail’in Suriye’deki Kürt güçlerini “doğal müttefik” ilan etmesinden endişe duyuyor. Bu, ABD’nin “yeni Ortadoğu” planlarında işbirliği yapan ve bundan kendi payını almak isteyen Türkiye’nin Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile yeniden bir anlaşmaya varmaya yönelmesinde bir etmen oldu. Erdoğan hükümeti şimdi, PKK’nin hapisteki lideri Öcalan’ın da desteğiyle, Siyonist İsrail’in bölgedeki yayılmacı emellerinin karşısına bir o kadar gerici “Türk-Kürt-Arap” ittifakı perspektifini öne sürüyor.

Suriye’de NATO müttefiki Türkiye, İsrail, HTŞ rejimi ve PKK ile bağlantılı Kürt güçleri arasında özellikle İran’a ve müttefiklerine karşı uyumlu bir politika geliştirmeye çalışan Washington, İsrail’in saldırılarının müttefikleri arasındaki kontrolsüz bir tırmanmaya yol açabileceği kaygısıyla duruma müdahale etti.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio çarşamba gecesi yaptığı açıklamada “Suriye’deki çatışmalara müdahil olan tüm taraflarla görüştük. Bu rahatsız edici ve korkunç durumu bu gece sona erdirecek belirli adımlar üzerinde mutabık kaldık. Bunun için tüm tarafların verdikleri taahhütleri yerine getirmeleri gerekiyor ve biz de bunu yapmalarını bekliyoruz,” dedi.

Şam rejimine bağlı güçler bunun ardından Süveyda’dan çekilirken perşembe sabahı HTŞ hükümetinin lideri Ahmet eş-Şara (Ebu Muhammed el Colani) televizyonda bir açıklama yaparak, “Bizi savaşla tehdit edenler bilmeli ki biz meydanı terk etmeyiz. Ancak halkımızın çıkarlarını kaos ve yıkımın önünde tutmak zorundayız,” dedi ve ekledi: “Bu nedenle Süveyda’daki güvenliği sağlama görevini bazı yerel gruplara ve Dürzi şeyhlerine devretme kararı aldık.”

Şara sözlerine şöyle sürdürdü: “Bölgeyi belirsiz bir kaderden kurtaran Amerikan, Arap ve Türk arabuluculuğunun etkili müdahalesi olmasaydı, iki seçenekle karşı karşıya kayacaktık: Dürzi halkımız ve güvenlikleri pahasına İsrail varlığıyla açık bir savaşa girmek, Suriye’yi ve tüm bölgeyi istikrarsızlaştırmak ya da Dürzi ileri gelenlerinin ve şeyhlerinin akıllarını başlarına toplayıp, dağın onurlu halkının itibarını zedelemek isteyenlerin aksine ulusal çıkarları önceliklendirmelerine izin vermek.”

Çarşamba günü TBMM Genel Kurulu’nda, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin yanı sıra Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dahil çeşitli “muhalefet” partileri, İsrail’i kınayan bir tezkereyi kabul etti. Erdoğan hükümeti ile Öcalan arasındaki müzakerelere aracılık eden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) ise çekimser kaldı.

Kararda, “Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliği”nin desteklendiği belirtilirken, “Suriye halkının huzuruna kasteden tüm eylemlerin karşısında olduğumuzu en güçlü şekilde vurguluyoruz,” denildi.

Bu açıklama, ABD ve İsrail ile birlikte, 2011’den beri Suriye’de yüz binlerce insanın öldüğü ve milyonlarcasının sığınmacı haline geldiği kanlı savaşta kritik rol oynayan bir ülkenin siyaset kurumundan gelmektedir.

Kararda ayrıca şunlar belirtildi: “Suriye’deki barış ve istikrarın, bölge barışı ve istikrarına da hizmet edeceğini; tersine gelişmelerin ise sadece, varlığını kan ve çatışma üstüne kuran Netanyahu ve ekibine çıkar sağlayacağını ifade ediyoruz.”

Türk burjuva siyaset kurumunun “barış” çağrılarının sahteliğinin bir diğer kanıtı olarak, tezkerede “İsrail’in bölgesel krizi derinleştiren ve dünya barışını tehdit eden saldırganlığına karşı” “uluslararası toplum”dan, yani İsrail’in başlıca destekçisi olan ABD ve NATO emperyalizminden yardım istendi.

Emperyalizm destekli bir rejim değişikliği savaşıyla mahvedilen ve şimdi de çeşitli bölgesel ve yerel güçlerin tehlikeli nüfuz mücadelesine sahne olan Suriye’de ileriye giden tek yol, tüm emekçileri etnik, dinsel veya mezhepsel ayrımların ötesinde emperyalizme karşı işçi iktidarı uğruna mücadelede birleştirecek uluslararası sosyalist bir perspektiften geçiyor.

Loading