Perspektif

“Barış içinde geçirdiğimiz son yaz”: Emperyalist güçler küresel savaş için yeniden silahlanıyor

USS Mount Whitney, 6 Temmuz 2025'te ABD'nin, müttefiklerinin ve ortaklarının bölgedeki çıkarlarını ilerletmek üzere 6. Filo harekât alanının bir parçası olan Baltık Denizi'nde seyrediyor.

Sağcı Alman tarihçi Sönke Neitzel’in mart ayında katıldığı bir televizyon programında söylediği “Belki de barış içinde geçirdiğimiz son yazdır,” sözü şu anda Almanya’da birçok medya yorumuna konu olmuş durumda.

Neitzel bu açıklamayı önlenmesi gereken bir felaket uyarısı olarak değil, özellikle Rusya ile savaşa hazırlık amacıyla Almanya’nın yeniden silahlanmasının hızlandırılmasına yönelik militarist bir argüman olarak yapmıştı.

Neitzel daha sonra verdiği bir mülakatta Almanya’nın “Soldatenkulturen”i (asker kültürü) yeniden canlandırmaya ihtiyacı olduğunu ve bu kültürün önde gelen örneğinin de Adolf Hitler yönetimindeki Alman ordusu (Wehrmacht) olduğunu söyledi. Wehrmacht “asker kültürü”nün ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. “Şarkılarla, üniformalarla, ödüllerle, rozetlerle,” “kimlik, uyum ve motivasyon” sağlıyordu.

İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden seksen yıl sonra, Neitzel’in “barış içinde geçirdiğimiz son yaz” ilanı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesindeki emperyalist ajitasyon havasını yinelemektedir. Alman General Friedrich von Bernhardi’nin 1911 tarihli meşhur eseri Deutschland und der nächste Krieg (Almanya ve Bir Sonraki Savaş), savaşın “biyolojik bir gereklilik” ve insanlığın ilerlemesinin motoru olduğunu savunuyordu. Bernhardi’ye göre Avrupa’da savaş “kaçınılmaz” idi.

Bernhardi, Avrupa’yı iki kez fethetme girişiminde bulunacak olan Alman emperyalizminin somut, yağmacı tasarımlarını, savaşın insanlığın koşulu olduğuna dair genellemelerle maskelemeye çalıştı. O, 15 ila 24 milyon insanın ölümüne neden olacak küresel çatışma öncesinde Avrupa’daki egemen sınıf çevrelerinde görülen savaş ateşini dile getiriyordu.

Benzer şekilde Neitzel de “barış içinde geçirdiğimiz son yaz”ndan bahsederek tüm emperyalist güçlerin kana susamış planlarını dile getirmektedir.

Her şeyden önce şu soruyu sormak gerek: Eğer “barış” buysa, savaş neye benziyor? İsrail, ABD ve Avrupalı güçlerin desteğiyle Filistin halkını yok ediyor; Ukrayna’da Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük kara savaşı yaşanıyor ve ABD Başkanı Donald Trump kısa süre önce İran’ı bombaladı.

Ancak bunlardan çok daha büyük bir şey planlanıyor ve egemen sınıflar bunu gerçekleştirmek için silah yığınağı yapıyor. Bu yılın başlarında Alman hükümeti önümüzdeki on yıl içinde askeri harcamalarını üç katına çıkarma sözü verdi. Pazar günü Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier zorunlu askerliğin yeniden getirilmesi çağrısında bulunurken, geçtiğimiz hafta Alman parlamentosunda yapılan bütçe görüşmelerinde Şansölye Friedrich Merz Rusya ile ilgili olarak “diplomasi araçları tükendi,” dedi.

Almanya Avrupa’nın yeniden silahlanmasına öncülük ederken, tüm Avrupalı emperyalist güçler askeri harcamalarını büyük ölçüde arttırıyor. Geçen ay Lahey’de yapılan NATO zirvesinde ittifak, askeri harcamaları GSYİH’nin yüzde 5’ine çıkarmayı taahhüt etti.

Atlantik ötesinde, emperyalist savaş planlamasının kokpitinde, Trump yönetimindeki ABD, Ortadoğu’da savaşı tırmandırırken ve kısa süre önce Ukrayna’yı silahlandırmaya yönelik yeni planlarını açıklarken, Çin’i hedef alarak Pasifik’te giderek daha doğrudan savaş planları yapıyor.

Hafta sonu Financial Times (FT) gazetesi Pentagon’un Japonya ve Avustralya’dan Tayvan konusunda ABD’nin yanında Çin’le savaşa girme sözü veren açıklamalar yapmalarını resmen talep ettiğini bildirdi. FT’ye konuşan bir yetkili “Japonya ve Avustralya ile Tayvan’la ilgili olası bir duruma doğrudan uygulanabilecek somut operasyonel planlama ve tatbikatlar ilerleme kaydediyor,” dedi.

Tüm bu cepheler -Avrupa, Ortadoğu ve Pasifik- medyada giderek artan bir şekilde yeni bir dünya savaşının başlangıç niteliğindeki çarpışmaları olarak anılıyor. New York Times gazetesinde Ross Douthat imzasıyla yayımlanan bir makalede “Dünya Savaşını Kim Kazanıyor?” diye soruluyor. Douthat şu sonuca varıyor: “Eğer ABD ve Çin sonunda yıkıcı bir savaşa girerse, Ukrayna ve Ortadoğu’daki mücadeleler geriye dönük olarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın tarihçesine yazılacaktır.”

Douthat “ Rusya, İran ve Çin’in emperyal gücümüzü sınayan revizyonist bir ittifak oluştururken, Amerikalıların içinde bulunduğumuz durumu küresel terimlerle düşünmeleri yararlı olur,” diye de ekliyor.

Douthat’a Amerikalıların “emperyal gücümüz”ün kaderi konusunda neden endişelenmeleri gerektiği sorulabilir. Amerikan egemen sınıfının sadece Çin ve Rusya’nın “revizyonist ittifakı”na karşı değil, aynı zamanda Avrupa’daki eski müttefiklerine karşı da dünya çapında rakipsiz hakimiyet kurmasından -doğal kaynaklar, teknolojiler, hammaddeler ve pazarlar üzerinde kontrol sağlamasından- ne çıkarları var?

Gerçek şu ki, dünya savaşı için bastıran aynı egemen sınıf, işçi sınıfına karşı, sosyal programların, ücretlerin ve temel demokratik hakların “emperyal gücümüz” adına kurban edileceği bir savaş yürütüyor.

Douthat’ın yorumu, emperyalistlerin savaş planlarına yön veren temel güçlere işaret etmektedir. ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaşı Ukrayna’yı “Rus saldırganlığına” karşı savunmak olarak sunulur ve Gazze soykırımı İsrail tarafından “meşru müdafaa” olarak pazarlanırken, küresel savaş dürtüsünün gerçek nedenleri emperyalist güçlerin her birinin küresel hegemonyalarını güvence altına alma çabalarıdır.

Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasının ardından ABD emperyalizmi, diğer emperyalist güçlerle birlikte, onlarca yıl süren savaşlar boyunca emperyalist şiddet yoluyla dünyayı yeniden paylaşmaya koyuldu. Bu çatışmalar şimdi Rusya, İran ve Çin’in merkezi hedefler olarak ortaya çıktığı dünya çapında bir savaşa dönüşüyor.

Lev Troçki’nin 1938’de, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin arifesinde kaleme aldığı Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesi olan Kapitalizmin Can Çekişmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri’nde açıkladığı gibi:

Kapitalist dağılmanın artan gerilimi altında, emperyalist karşıtlıklar, birbirinden ayrı çatışmaların ve kanlı yerel karışıklıkların (Etiyopya, İspanya, Uzak Doğu, Orta Avrupa) kaçınılmaz şekilde dünya çapında bir yangında bütünleşeceği düzeyde bir açmaza giriyor. Burjuvazi, yeni bir dünya savaşının kendi egemenliği için ölümcül bir tehlike oluşturduğunun, elbette farkında. Ama bu sınıf, savaşı önleme becerisine, 1914’ün öngününde olduğundan daha az sahip.

Dünyadaki tüm emperyalist ülkeler, savaşı ve diktatörlüğü tek çözüm olarak gördükleri bir dizi sosyal, ekonomik ve siyasi krizle ve artan halk muhalefetiyle karşı karşıyadır. ABD’de Trump yönetimi, kitlesel protestolar karşısında bir başkanlık diktatörlüğü kurmaya çalışırken, başkanlık yönetimini kararnamelerle genişletmenin aracı olarak savaşı memnuniyetle karşılayacaktır.

Mevcut durumun en tehlikeli yönü, işçi sınıfı içinde emperyalist güçlerin savaş planlarının boyutları ve sonuçları konusunda farkındalık eksikliğidir. On milyonlarca insan Gazze soykırımını ve Trump yönetiminin başkanlık diktatörlüğü yönelimini protesto ederken, daha geniş kapsamlı küresel savaş dürtüsü ve bunun altında yatan nedenler anlaşılmamaktadır.

Sosyalist Eşitlik Partisi, savaşın, eşitsizliğin ve diktatörlüğün kaynağı olan kapitalizmi ortadan kaldırmaya yönelik sosyalist bir program temelinde, işçi sınıfının yeni bir uluslararası savaş karşıtı hareketini inşa etmek için mücadele ediyor. Bu, işçileri, bilinçli bir siyasi mücadelede, tüm ulusal sınırların ötesinde birleştirmek anlamına geliyor. Bu mücadelenin amacı; emperyalist savaş makinesini parçalamak, mali oligarşinin egemenliğini yıkmak ve eşitlik, barış ve ekonomik yaşam üzerinde demokratik denetime dayalı yeni bir toplumun temeli olarak işçi iktidarını kurmaktır.

Loading