Amerika Birleşik Devletleri’nin altıncı büyük şehri olan Philadelphia’da 9.000 belediye işçisinin 1 Temmuz Salı günü başlattığı grev, işçi sınıfı hareketinin büyüdüğünün önemli bir işaretidir. Bunun ABD ve dünya için derin siyasi sonuçları bulunmaktadır.
Philadelphia’daki işçiler, on yıllardır süren kemer sıkma politikalarının yıkıcı sonuçlarıyla mücadele ediyorlar. Belediye başkanı tarafından dört yıl için yüzde 13’lük aşağılayıcı bir ücret artışı teklif edilen işçiler, kemer sıkma politikalarının sonucu olarak iliklerine kadar kesintiye uğrayan kamu hizmetlerinin çöküşüyle karşı karşıyalar. 14.000 öğretmenin de grev kararı aldığı okullar 300 milyon dolarlık bütçe açığıyla boğuşurken, şehrin ulaşım kurumu verdiği hizmetleri yarı yarıya kesecek bir “kıyamet” bütçesi hazırlıyor.
İşçiler, milyonlarca insanın ihtiyaç duyduğu hayati hizmetler için “para yok” iddiasını nefretle reddediyorlar. 2023 yılında, Philadelphia metropol bölgesinin gayri safi hasılası 557,6 milyar dolardı. Fortune 500’deki 13 şirketin genel merkezi burada bulunuyor. Asıl sorun şirketlerin kârı için kent işçi sınıfının kanının emilmesidir.
Egemen sınıf greve acımasızca yanıt veriyor. Mahkemeler grev gözcülüğüne karşı ihtiyati tedbir kararı çıkardı ve bazı departmanlardaki işçilerin işe dönmesini emretti. Grevciler, kent yönetiminin grev gözcülüğünden çıkmayı reddedenlere misilleme yaptığını bildiriyor. Demokratik Partili Belediye Başkanı Cherelle Parker, işçileri “mülke zarar vermek”le suçlayarak greve karşı polis baskısı uygulanacağına dair tehditlerde bulundu.
Ancak grev, kamuoyunu işçilere karşı kışkırtma çabalarına rağmen, şehir sakinlerinin ezici çoğunluğunun desteğini alıyor. Sosyal medyada birçok kişi, şehir sokaklarında biriken çöp yığınlarının belediye binasının önüne dökülmesini istiyor ve tüm siyasi düzene karşı derin bir düşmanlık ifade ediyor.
Philadelphia grevi, Trump yönetimine karşı koyabilecek gerçek toplumsal gücün işçi sınıfı olduğunu ortaya koyuyor. Trump yönetimi, Demokratik Parti’nin desteği ve suç ortaklığıyla, işçi sınıfına yönelik topyekûn saldırının bir parçası olarak eğitim ve kamu hizmetlerini tahrip ediyor. Kongre’den geçen yasa tasarısı, zenginlere trilyonlarca dolar aktarmak için Medicaid, gıda yardımı ve diğer sosyal programlarda büyük kesintileri öngörüyor.
Philadelphia’daki işçilerin karşı karşıya olduğu koşullar, şehirden şehre, eyaletten eyalete tekrarlanıyor. Chicago, ulaşım sektöründe kendi “kıyamet” bütçesini hazırlıyor ve eğitimde daha fazla kesinti dayatmak için öğretmenlerin yakın zamanda imzalanan toplu sözleşmesini yırtıp atmakla tehdit ediyor. Bu sözleşme, her ikisi de Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri (DSA) tarafından desteklenen Chicago Öğretmenler Sendikası ve kent yönetimi tarafından yalanlarla dayatılmıştı.
Dünya finans sisteminin merkezi olan New York’ta, ulaşım kurumu milyarlarca dolarlık açık öngörüyor; devlet okulları 350 milyon dolarlık bir açıkla karşı karşıya. Kaliforniya’nın dört bir yanında okullar büyük açıklar bildiriyor ve eyaletin tüm büyük şehirlerinde 77.000 öğretmen grev çağrısı yapıyor. Geçen ay, Los Angeles yetkilileri “olağanüstü mali durum” ilan etmeye ve toplu işten çıkarmalar yapmaya hazırlandıklarını açıkladılar.
Mali oligarşinin hükümeti olan Trump yönetimi, işçi sınıfına yönelik koordineli bir saldırıyı yönetiyor. Kongre’den geçirilmekte olan yasa tasarısına ek olarak, Beyaz Saray ülke çapındaki okullara ayrılan yaklaşık 7 milyar dolarlık eğitim fonunu kesiyor. Bu, federal işçilerin topluca işten çıkarılmalarının ve zenginlerin kâr çıkarlarına doğrudan hizmet etmeyen tüm sosyal programların ve düzenlemelerin toptan yok edilmesinin üstüne geliyor.
Ancak Demokratik Parti bu saldırıyı durdurmak için hiçbir şey yapmıyor. Demokratik Parti hiçbir protesto çağrısı yapmadı çünkü Trump’a muhalefet etmekten çok halkın kapitalist sisteme karşı muhalefetinden korkuyor. Demokratlar, çoğu büyük şehrin yerel yönetimlerini kontrol ediyor ve yerel düzeyde kemer sıkma politikalarını yürütüyor. Dahası, Philadelphia ve diğer şehirlerdeki bütçe açıklarının temel nedenlerinden biri, Biden yönetimi altında pandemiyle mücadele için ayrılan ek fonların sona erdirilmesidir.
Toplumda geniş ve giderek büyüyen bir öfke birikimi var ve Philadelphia’daki grev, işçi sınıfının ulusal boyutta güçlü bir hareketinin kıvılcımı olabilir.
Bu sadece ulusal bir mesele değil. Aynı güçler tüm dünyada iş başında. Avrupa’da refah devletinden geriye kalanlar, devasa askeri harcamaları finanse etmek için tasfiye ediliyor. Britanya’nın ikinci büyük şehri Birmingham’da, temizlik işçileri, İşçi Partisi’nin ulusal düzeyde koordine ettiği 300 milyon sterlinlik sosyal hizmet kesintilerine karşı 110 günden fazla süredir grevdeler.
Her işçi mücadelesinde olduğu gibi bu grev de sendikal aygıtın rolünü keskin bir şekilde ortaya koyuyor. Belediye işçileri sendikası AFSCME 33 No’lu Şube, Demokratik Parti ile bağlarını korumak çabasıyla grevi engellemek için elinden geleni yaptı. Grev başladıktan sonra ise sendika, işçilere haftada sadece 200 dolar grev ödeneği vererek onları oyalıyor.
Bu arada Philadelphia Öğretmenler Federasyonu, öğretmenlerin grev oylamasına, şehir yetkilileriyle el ele verip eyalet yönetiminden fon talep ederek yanıt verdi. Bu sendika da durumu yatıştırmak ve ortak bir mücadelenin gelişmesini engellemek için elinden geleni yapıyor.
Bu bürokratlar, tabandan yükselen hareketten korkuyor ve onu sabote etmek için fazla mesai yapıyorlar. Sendikaların çoğu, 14 Haziran’daki “Krallara Hayır” protestolarını boykot etti ve birçoğu Trump’ın gerici “Önce Amerika” gündemine açıkça destek veriyor. Sendikalar, bu yaz, önlenebilir koşullar altında hayatını kaybeden otomotiv işçisi Ronald Adams ve iki posta işçisinin ölümlerini örtbas etmek için işbirliği yapıyorlar.
WSWS, Philadelphia işçilerini, mücadeleyi yönetim yanlısı sendika bürokrasisinin elinden almak için tabandan bir grev komitesi kurmaya çağırıyor. Böyle bir komite, şehrin diğer işçi kesimleriyle ortak eylemler örgütlemeli ve ülke çapında işçilerden mümkün olan en geniş desteği alıp birlik sağlamaya çağırmalıdır.
İşçiler, AFSCME’nin kendi aidatlarıyla finanse edilen 300 milyon dolarlık varlığından yararlanarak grev ücretlerinde önemli bir artış yapılmasını ve mücadelenin ilerletilmesi için hiçbir şey yapmadan altı haneli maaşlar alan sendika yetkililerinin görevden alınmasını talep etmeliler.
Her işçi mücadelesi, bağımsız örgütlenmenin, yani taban komitelerinin gerekliliğini ortaya koyuyor. İşçiler ancak bu organlar aracılığıyla sendika bürokrasisinin boyunduruğunu kırıp mücadeleyi kendi demokratik denetimleri altına alabilirler.
Bu komiteler, her sektörde işçilerin kolektif gücünü koordine etmeli; işyerleri, şehirler ve ülkeler boyunca bu mücadeleleri Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) aracılığıyla birbirine bağlamalıdırlar. Bu, savaşa, kemer sıkma politikalarına ve diktatörlüğe karşı genel grev de dahil olmak üzere, işçi sınıfının daha geniş bir karşı saldırısının temelini atacaktır.
Philadelphia’daki grev, güçlü bir tarihsel yankı uyandırıyor. Grev, 4 Temmuz Bağımsızlık Günü bayramından sadece üç gün önce, Amerika Birleşik Devletleri’nin ilk başkenti olan Philadelphia’da başladı. 14 Haziran’da, şehirde yaklaşık 80.000 kişi, Amerikan tarihinin en büyük hükümet karşıtı gösterilerinden biri olan “Krallara Hayır” protestosunda yürüyüş yaptı.
Nasıl ki Amerikan kolonileri bir zamanlar Kral III. George’un “uzun bir yolsuzluklar silsilesi”ne karşı ayaklandıysa, bugün de mali sermayenin diktatörlüğüne karşı kitlesel bir isyan için zemin hazırlanıyor.
Kaçınılmaz olarak devrimci soruları gündeme getirecek sınıf mücadeleleri ortaya çıkıyor. İşçilerin zaten düşük olan yaşam standartlarının savunulması bile, işçi sınıfının zenginlerin imtiyazlarına cepheden saldırısı olmaksızın imkansızdır. Gerekli olan, oligarşinin mülksüzleştirilmesi ve işçi sınıfı tarafından yaratılmış servetin işçi sınıfına tahsis edilmesidir.
3 Temmuz 2025