Perspektif

Toplu katliam yoluyla dünya barışı: Netanyahu Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterdi

Başkan Donald Trump, 7 Nisan 2025 Pazartesi günü Washington'da Beyaz Saray'da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile el sıkışırken. [AP Photo/Mark Schiefelbein]

Ocak 1939’da İsveçli milletvekili Erik Brandt, Norveç Nobel Komitesi’ne Almanya Şansölyesi Adolf Hitler’i Nobel Barış Ödülü’ne aday gösteren hiciv dolu bir mektup gönderdi.

Brandt’ın mektubu, Mart 1939’da Çekoslovakya’nın parçalanmasının ve Mart 1938’de Avusturya’nın ilhak edilmesinin ardından ve Hitler’in durmaksızın Avrupa ve tüm dünya çapında savaşa hazırlandığı bilinerek yazılmıştı.

Brandt alaycı bir üslupla kaleme aldığı mektupta Hitler’in “barışa duyduğu büyük sevginin” “İncil’den sonra belki de dünyanın en iyi ve en popüler eseri olan ünlü kitabı Kavgam’da belgelendiğini” ifade ediyordu. Brandt mektubunu, “Muhtemelen Hitler, eğer savaş çığırtkanları tarafından rahatsız edilmez ve kendi haline bırakılırsa, Avrupa’yı ve muhtemelen tüm dünyayı barışa kavuşturacaktır,” diye sonuçlandırmıştı.

Açık bir hiciv olmasına rağmen mektubun amacı dünya kamuoyu tarafından tamamen gözden kaçırıldı. Mektup katil bir manyağa övgü olarak algılanırken, İsveç’teki ve dünyanın dört bir yanındaki gazete ofislerinde öfkeye yol açtı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Pazartesi günü Nobel Barış Ödülü için bir başka katil manyak olan ABD Başkanı Donald Trump’ı aday gösterdiğinde iki şey farklıydı. Birincisi, Netanyahu tamamen ciddiydi. İkincisi, gazete ofislerinde herhangi bir öfke yoktu.

Netanyahu Beyaz Saray’da düzenlenen bir akşam yemeğinde Nobel Komitesi’ne mektubunu gönderdiğini açıkladı. Adaylığı açıklayan Netanyahu, iki ülkenin diplomasi bahanesini kullanarak İran’da onlarca sivil lidere, askeri yetkiliye ve bilim insanına suikast düzenleyip en az altı yüz sivili öldürdüğü ABD-İsrail bombardımanının “tarihi zaferi”ni övdü. Netanyahu, “Biz konuşurken o bir ülkeden, bir bölgeden diğerine barışı sağlıyor,” dedi.

Gururdan gözleri ışıldayan Trump, İran’a yönelik saldırıda “şimdiye kadarki en büyük bombaları, herhangi bir yere atılmış en büyük bombaları” kullanarak dünya barışına yaptığı katkılardan övgüyle bahsetti. Trump daha sonra ABD Başkanı Harry Truman’ın Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine karşı nükleer silah kullanmasını överek “bu birçok savaşı durdurdu” dedi. Trump, İran’a attığı bombaların nükleer yük taşımamasından pişman gibi görünüyordu.

Trump’ın Netanyahu ile görüşmesi ABD ve dünya medyasında, Trump’ın Gazze’de “ateşkes” anlaşması yoluyla “barış”ı sağlama çabası olarak alkışlandı. Her iki adamın da kendi “barış” vizyonlarının Filistin halkının etnik temizliğini ve direnen herkesin öldürülmesini içerdiğini açıkça ifade etmiş olmaları görmezden gelindi. Trump’ın “yeniden yerleştirme” planından ziyaretin medya tanıtımlarında hiç bahsedilmedi. Ve tabii ki “etnik temizlik” ve “soykırım” kelimeleri, medyada ABD-İsrail’in Gazze’deki politikalarına dair haberlerde yasaklıydı.

Netanyahu şu anda Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından soykırım sırasında işlenen ve açlığın bir savaş silahı olarak kullanılmasını da içeren savaş suçları nedeniyle tutuklama emriyle karşı karşıya bulunuyor. Ancak Fransa, Almanya ve İtalya UCM’nin tutuklama emrini görmezden geleceklerini açıklamış, Almanya Şansölyesi Friedrich Merz ise emre karşı gelerek Netanyahu’yu ülkesine davet edecek kadar ileri gitmişti.

Emperyalist güçlerin liderleri soykırımın sorumlularını yargılamak bir yana, soykırıma karşı çıkanları yargılamaya çalışıyorlar. Britanya’daki Filistin Eylem (Palestine Action) grubu Birleşik Krallık hükümeti tarafından terör örgüt ilan edildi. Hükümet aynı zamanda Gazze soykırımına karşı protestolara öncülük eden müzik grupları Kneecap ve Bob Vylan’a karşı terör suçlamaları getirmeye çalışıyor.

Trump ve Netanyahu görüşmesinin asıl amacı “barış”ın bir sonraki aşamasını, yani Filistin’deki “nihai çözümlerini” planlamaktır: Filistin halkının, başka ülkelere zorla göç ettirilmelerine hazırlık olarak toplama kamplarına yerleştirilmesi.

Trump Gazze Şeridi’ne “sahip olma”, “orayı dümdüz etme” ve Filistin halkını “başka ülkelere” gönderme planını ilk kez sunduğunda, bu plan ABD ve dünya medyası tarafından tuhaf bir “hayal” olarak sunulmuştu. New York Times’ın ifadesiyle “uygulanamaz” ve “işlemez” olan bu teklifin sadece bir pazarlık taktiği olabileceği öne sürülmüştü.

Trump ve Netanyahu’nun ortaya attığı planın son derece ciddi olduğu, planın açıklanmasından bu yana geçen altı ay içinde ortaya çıktı.

Pazartesi günü İsrail Savunma Bakanı Israel Katz, Gazze’nin güneyindeki Refah şehrinin yıkıntıları üzerine, tüm Filistin nüfusunu barındıracak bir “insani şehir” inşa etme planlarını açıkladı. Katz ayrıca kampın inşasının “gerçekleşecek olan göç planı” ile koordineli olacağını söyledi.

İsrail’de yürütülmekle birlikte, bu planlara büyük ulusötesi şirketler ve siyaset kurumunun tüm yelpazesini kapsayan düşünce kuruluşları da katılmaktadır.

Geçtiğimiz hafta Financial Times, ABD’nin önde gelen kurumsal danışmanlık şirketlerinden Boston Consulting Group tarafından Filistinlilerin Gazze’den “taşınması” için hazırlanan gizli bir strateji belgesini haberleştirdi. Financial Times, haberin devamında, planın Birleşik Krallık’ın İşçi Partili eski Başbakanı Tony Blair’in çalışanlarının da katılımıyla hazırlandığını ortaya çıkardı.

Trump ve Netanyahu, Orwellyen “savaş barıştır” sloganını kendilerine şiar edinmişlerdir. En çok insanı öldürdükleri için en büyük barış yanlıları olduklarına inanıyorlar. Bu çılgın mantığa göre, bu adamların mimarı oldukları soykırım, dünya barışına yaptıkları en büyük katkıdır.

Elbette dünya kamuoyunun gözünde Trump ve Netanyahu birer tiran ve suçludur. Ancak onlar bireyler olarak değil, kapitalist sistemin ideallerinin en önde gelen temsilcileri olarak hareket ediyorlar.

Vladimir Lenin’in 1916’da yazdığı gibi, emperyalizm kapitalizmin en yüksek aşamasıdır: içeride diktatörlük, dışarıda büyük bir suç ve yağma, hepsi de kapitalist sınıfın zenginliğinin ve gücünün canavarca büyümesinin bir ürünüdür. Nihayetinde, Gazze soykırımı, küresel emperyalist savaşın en yırtıcı ifadesi, kapitalizmin insanlığın üzerine saldığı öldürücü şiddetin bir belirtisidir.

Trump ve Netanyahu, kapitalist sınıfın canice emirlerini dile getirdiklerini ve Demokratik Parti’den ya da siyaset kurumunun herhangi bir kesiminden muhalefetle karşılaşmayacaklarını çok iyi bildikleri için bu kadar provokatif ve utanmazca hareket edebiliyor. Bu muhalefet, işçi sınıfının öncülüğünde emperyalizme karşı kitlesel bir hareketin inşasından gelecektir.

Loading