Erdoğan hükümetinin baskısı artarken CHP lideri Özel erken seçim çağrısı yapıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yönetimde olduğu belediyelere yönelik siyasi cadı avı tırmanarak devam ederken CHP lideri Özgür Özel buna Kasım ayında erken seçim çağrısı karşılık veriyor.

Cumartesi günü CHP’li Adana Büyükşehir Belediyesi Başkanı Zeydan Karalar, Adıyaman Beleyesi Başkanı Abdurrahman Tutdere ve Antalya Büyükşehir Belediyesi Başkanı Muhittin Böcek “yolsuzluk” iddiasıyla gözaltına alındılar. Karalar ve Böcek tutuklanırken Tutdere ev hapsine alındı. Operasyon, ay başında ülkenin üçüncü büyük şehri olan CHP yönetimindeki İzmir’in eski büyükşehir belediye başkanı Tunç Soyer dahil 60 kişinin “yolsuzluk” suçlamalarıyla tutuklanmasının ardından geldi.

CHP lideri Özgür Özel 5 Temmuz'da Amasya'da düzenlenen mitingde katılımcıları selamlıyor. [Photo by X / @eczozgurozel]

CHP’ye karşı siyasi güdülü devlet baskısı, geçtiğimiz yıl Ekim ayında İstanbul’daki Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer‘in “PKK/KCK silahlı terör örgütü üyesi olma” suçlamasıyla tutuklanması ile başlamıştı. Özer’in tutuklanmasının ve yerine kayyım atanmasının resmi gerekçesi, 2024 yerel seçimlerinde CHP’nin Kürt milliyetçisi Hakların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ile kurduğu “kent uzlaşısı” olarak bilinen tamamıyla yasal seçim ittifakıydı. CHP, yerel seçimlerde ülke genelinde Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) karşısında birinci olmuştu.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu cumhurbaşkanlığı seçimleri anketlerinde Erdoğan’ın önünde giderken, 19 Mart’ta “yolsuzluk” ve “terör” iddialarıyla gözaltına alındı ve ardından “yolsuzluk” suçlaması üzerinden tutuklandı.

Erdoğan hükümeti ile (Kürdistan İşçi Partisi) PKK’nin hapisteki lideri Abdullah Öcalan arasındaki müzakerelerin ortasında, hükümet DEM Parti’ye yönelik şiddetli baskısını duraklatır ve “terör” suçlamalarında bulunmazken, CHP’ye karşı büyük ölçüde “itiraflar” üzerinden “yolsuzluk” suçlamaları yoğunlaştırıldı. Bunu, İmamoğlu’nu bir “suç örgütü”nün lideri olarak tasvir eden operasyonlarla ülke genelinde çok sayıda belediye başkanı, meclis üyesi ve parti görevlisinin tutuklanması dalgası izledi.

Aynı anda İmamoğlu’nun desteklediği Özel’in seçildiği Kasım 2023 tarihli CHP kurultayının “şaibeli” olduğu iddiasıyla iptaline ilişkin soruşturma açıldı. CHP bunu boşa düşürmek için olağanüstü kurultay toplayıp mevcut yönetimi tekrar seçti. Ama bu kurultayın iptali için yeni bir dava daha açıldı. Hukukçular, Yüksek Seçim Kurulu tarafından onaylanan bir parti kurultayının mahkeme tarafından iptal edilmesinin yasal olarak mümkün olmadığı belirtilse de geçtiğimiz hafta yapılan duruşmada dava Eylül ayına ertelendi.

Erdoğan hükümetinin geçtiğimiz yılki yerel seçimlerden birinci çıkan ve anketlerde önde görünen, cumhuriyeti kuran geleneksel burjuva partisi CHP’yi kriminalize etmeye çalışması, egemen sınıfın artan uluslararası ve sınıfsal gerilimlerin ortasında şiddetlenen krizinin boyutunu göstermektedir.

CHP lideri Özgür Özel Cumartesi günü yaptığı basın açıklamasında şunları söyledi: “Artık bu ülkeyi milletin rızasıyla yönetmek istemedikleri çok açık. Milletin elinde kalan tek şeyi; sandığı ortadan kaldırmak istiyorlar ve bunun provalarını yapıyorlar. Sandığın olmadığı, otoriter bir yönetimi millete dayatıyorlar.”

“Seni yüzde 29 [oy] ile orada oturtmayacağız Erdoğan” diyen Özel, 2 Kasım’da erken seçim çağrısı yaparak şunları ekliyordu: “Artık bu mücadele ya demokrasi ya otokrasi mücadelesi. Sandığa sahip çıkma mücadelesi. Herkes tarihteki yerini alacak. Bir tarafta sandığı koruyanlar, bir tarafta Tayyip Bey’e ve onun korkularına teslim olanlar.”

Konuşmasında Mısır devrimine atıfta bulunan Özel “Mısır’daki meydanı izlediğiniz gibi televizyondan izlersiniz Türkiye’deki o demokrasi meydanlarını… Sokağa davet edeceğim günü ben bilirim. O gün sen ne hale düşeceğini kendin düşün. Ama bana bu milleti sokağa davet ettirme,” dedi.

Özel’in, uluslararası işçi sınıfı için stratejik bir deneyim oluşturan Mısır devriminden söz etmesi, hem Erdoğan’ın hem de CHP’nin bu konudaki kirli sicilini teşhir etmektedir.

2011 yılında Mısır işçi sınıfının belirleyici rol oynadığı devrimci kitlesel ayaklanma, onlarca yıllık ABD destekli Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek rejimini devirmişti. Ardından çok düşük bir oy oranıyla Müslüman Kardeşler üyesi Muhammed Mursi’nin cumhurbaşkanı seçilmesi devrime yol açan hiçbir sorunu çözmezken, devrimci kabarma büyüyerek devam etmişti.

2013 yazında, Mısır Genelkurmay Başkanı Abdülfettah el-Sisi, ABD’nin desteğiyle, Erdoğan’ın müttefiki Mursi’ye karşı kanlı bir darbe yaptı ve binlerce kişiyi katlederek devam eden kitlesel hareketi ezdi.

Erdoğan uzun süre Mursi’yi deviren darbeyi kınamayı ve Sisi’den “eli kanlı diktatör” olarak söz etmeyi sürdürdü. Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelirken, CHP uzun üre Sisi rejimiyle ilişkilerin normalleştirilmesini savundu. Nihayet Erdoğan da, ABD’nin “Yen Ortadoğu” planlarının bir parçası olarak, geçtiğimiz yıl el Sisi’yi Ankara’da ağırladı ve CHP’nin çizgisini benimsedi.

Özel’in konuşmasının hemen ardından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı “Cumhurbaşkanına hakaret”, “Suç işlemeye alenen tahrik”, “Kamu görevlilerine görevleri nedeniyle hakaret ve tehdit” gerekçeleriyle soruşturma başlattı.

İmamoğlu da ise X’te yaptığı açıklamada “AK Partili siyasetçilere, vesayet altına alınmış bürokrasiye ve iş dünyasına” seslendi. İmamoğlu, burjuva devletin geleceğinden duyduğu kaygıyı ve bu gerici güçlerden beklentilerini şöyle ifade ediyordu: “Artık milletten ve seçimden kaçan, yenemediklerini korkakça hapse atan ve yabancı devlet başkanlarının rızasıyla iş yapan bu aklın millet tarafından ilk fırsatta gönderilmeyeceğini mi sanıyorsunuz? Bu mesele devletin ve milletin varlık-yokluk meselesidir. Bu mesele bir ‘Beka’ meselesidir.”

Hem Özel’in hem de İmamoğlu’nun açıklamaları, CHP’nin emekçi halka değil ama burjuvaziye ve onun devlet aygıtına yönelen sağcı bir parti olduğunu bir kez daha teyit etmektedir. Onlar, Erdoğan hükümetinin politikalarının derinleştirdiği krizin, işçi sınıfı içinde demokratik ve sosyal hakları savunmak üzere büyük bir kitle hareketine yol açmasından korkuyorlar.

Güçlükle kontrol altına alınan Mart ayındaki kitlesel protestoların deneyimleri tazedir. Erdoğan hükümetinin antidemokratik baskısının hedefi haline gelen CHP, buna karşı koyma ve demokratik hakları savunma kapasitesine doğası gereği sahip olmadığını bir kez daha ispatlamıştır. Mart ayında İmamoğlu’nu tutuklamasının ardından milyonlarca emekçi ve genç yasaklara rağmen sokaklara dökülürken CHP bu hareketi kontrol altına alarak sona erdirdi.

Özel’in ve İmamoğlu’nun iddialarının aksine, otoriter rejim inşası ve demokratik hakların ortadan kaldırılması sadece Erdoğan’ın ve “bir avuç insanın” çıkarlarından değil ama bir bütün olarak egemen sınıfın çıkarlarından kaynaklanmaktadır ve uluslararası bir olgudur. Gazze’deki soykırımdan İran’a karşı savaşa, ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaşına ve Çin’e karşı savaş hazırlıklarına kadar gelişen küresel emperyalist savaş ve büyüyen toplumsal eşitsizlik ve sınıfsal gerilimler karşısında her yerde egemen sınıf diktatörlüğe yöneliyor.

ABD’de Donald Trump’ın yeniden başkan seçilmesi ve mali oligarşinin sosyoekonomik hakimiyetine denk düşen bir siyasi diktatörlük inşa etmeye girişmesi, dünya çapında otoriter ve faşizan eğilimleri cesaretlendirmiş ve bunlara hız kazandırmıştır. Seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü ve basın özgürlüğü gibi temel demokratik haklar her yerde ciddi tehdit altındadır.

Özel’in tüm “sokağa davet etme” retoriğine rağmen, kitlesel muhalefetin genişlemesi ve bağımsız bir işçi sınıfı hareketi haline gelmesi olasılığı, Erdoğan hükümeti kadar CHP’yi ve yörüngesindeki sendikal aygıtı da korkutmaktadır. Milyonlarca işçi, temel demokratik haklarının ortadan kaldırılmasına ve şiddetli bir sınıf savaşı saldırısına tabi tutulmalarına karşı büyük bir öfke duymaktadır.

Hükümet “enflasyonla” mücadele adı altında iki senedir reel ücretleri düşürmeye odaklanan sert bir kemer sıkma programı uyguluyor. CHP de sendikalarla birlikte kendi belediyelerinde benzer bir politika izliyor.

Halihazırda 600 bin kamu işçisi, sendika konfederasyonlarının hükümet yanlısı satış çabalarına karşın, resmi enflasyon oranında dayatılan, yani reel kesintisi anlamına gelen zam teklifine karşı mücadele ediyor.

Son NATO zirvesinde Erdoğan’ın da onay verdiği savunma harcamalarının GSYİH’ye oranının yüzde 5’e çıkarılması taahhüdü, bütçeden ek olarak yaklaşık 1,5 trilyon TL harcama yapılması ve işçi sınıfına yönelik saldırının tırmandırılması anlamına geliyor. CHP de Erdoğan hükümeti kadar NATO yanlısıdır ve bu militarizm ve sosyal saldırı programını fiilen desteklemektedir. CHP ve AKP, kapitalist düzen partileri olarak, kritik sınıfsal meselelerde daima el ele vermektedir.

Sosyalist Eşitlik Grubu, CHP’ye yönelik polis devleti baskısına karşı çıkar ve ilkesel olarak demokratik hakları savunurken, ileriye giden yolun egemen sınıfın tüm hiziplerinden bağımsız ve onlara karşı bir işçi sınıfı hareketinin inşasından geçtiğinde ısrarcıdır. Bu, savaş karşıtı, uluslararası sosyalist bir hareketin, yani Sosyalist Eşitlik Partisi’nin inşası uğruna mücadele demektir.

Loading