Bu yazı iki bölümlük bir makalenin ilk bölümüdür.
Nisan ayı başında Brezilya’daki İşçi Davası Partisi (PCO), Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun (SEG) Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde ve Portekizce sayfasında yayımlanan “Türkiye’deki kriz ve devrimci önderlik uğruna mücadele” başlıklı açıklamasına karşı yalanlarla dolu bir saldırı başlattı.
“Bir kez daha, ‘Troçkizm’ Türkiye’de emperyalizmden yana: WSWS, NATO gösterilerini coşkuyla destekliyor / WSWS, burjuva milliyetçiliği olgusunu anlamadaki yetersizliğini bir kez daha gösteriyor” başlığı altında üç bölümden oluşan açıklama, Brezilya’daki bu sahte sol örgütün siyasi ve entelektüel çürümüşlüğünün istemeden de olsa kendini teşhir etmesini ifade ediyor.
SEG’e ve Türkiye’deki işçi sınıfı ve gençliğin kitlesel hareketine ayrım gözetmeksizin iftira atan PCO, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından bir diktatörlük kurulmasını açıkça savunuyor.
Söz konusu makale, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) devrimci enternasyonalist siyasetinin Brezilya’da ve uluslararası alanda artan etkisine karşı PCO tarafından yürütülen kampanyanın son halkasıdır. Bu, aynı zamanda, WSWS’nin, PCO’nun Recep Tayyip Erdoğan’ın gerici hükümetini kölece savunmasını teşhir etmesine verdiği öfkeli tepkinin bir devamı niteliğindedir.
Temmuz 2023’te, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı seçilmesini “emperyalizm adına bir yenilgi” olarak sunan PCO’nun kutlamalarını teşhir eden bir makale yayımlamıştık. PCO’nun gerici açıklamaları Türkiye’de “Brezilyalı Troçkistler”in tutumu olarak yansıtılmış ve resmi devlet ajansı (AA) tarafından İngilizce sayfada haberleştirilmişti.
Brezilya’daki Sosyalist Eşitlik Grubu (GSI), Türkiye’deki SEG’den yoldaşlarıyla işbirliği içinde, PCO’nun her iki ülkenin işçi sınıfına kurduğu siyasi tuzağı teşhir etti. PCO bu teşhire, DEUK’a ve Brezilyalı destekçilerine yönelik histerik bir şovenist saldırıyla karşılık verdi ve onları “emperyalizm yanlısı bir gringo grubu” olmakla suçladı.
GSI, PCO’lu küçük burjuva milliyetçilerinin bu iftiralarını ve Troçkizm kaba bir şekilde tahrif etmelerini çürüttü. Bu ilkeli analize korkakça bir sessizlikle karşılık verdiler.
Bununla birlikte, PCO’nun son provokasyonu, onun WSWS’nin siyasetine muhalefetinin özünü daha da açığa vurmaktadır: Troçkizme ve Sürekli Devrim programına karşı iflas etmiş burjuva milliyetçiliğini savunmak.
PCO’nun açıklamasının başlığı her şeyi anlatıyor: “Bir kez daha, ‘Troçkizm’ Türkiye’de emperyalizmden yana.” PCO, içeriği ve diliyle, Stalinizmin Troçkist harekete yönelik iftiralarını yineliyor.
PCO, Türkiye’deki kitlesel gösterilere ve SEG’in devrimci perspektifine iftira atıyor
PCO açıklaması, hem Mart ayında Türkiye’de patlak veren kitlesel gösterilere hem de Türkiye’deki işçileri ve gençliği devrimci bir perspektifle donatmak için mücadele eden SEG’li Troçkistlere iftira atan bir dizi bariz yalan uyduruyor.
PCO’nun bu gösterileri “NATO eylemleri” olarak nitelendirmesi grotesk bir çarpıtmadır. Ona göre gösteriler güya “emperyalizm tarafından bir darbeye -sözde ‘renkli devrimlere’- kılıf işlevi görecek şekilde” yönlendirilmişler.
WSWS’nin yazdığı gibi, Türkiye, Mart ayında, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasıyla tetiklenen büyük bir protesto dalgasıyla sarsıldı. Gösteriler Erdoğan hükümeti tarafından acımasızca bastırılırken, CHP de gösterileri engellemek, bu mümkün olmadığında da burjuva devlet denetimindeki güvenli kanallara yönlendirmek için elinden geleni yaptı.
Gençleri ve işçileri sokaklara döken şey, demokratik hakların geniş çaplı ve meşru bir şekilde savunulmaları ve bir başkanlık diktatörlüğünün kurulmasına karşı çıkmalarıydı. Ama aynı zamanda artan toplumsal eşitsizliğe ve bölge genelinde onlarca yıldır süren savaşa yönelik halk muhalefeti de harekete geçirici olmuştu.
Hükümet karşıtı gösteriler, Türkiye’deki sınıf mücadelesinin patlayıcı bir şekilde geliştiği bir ortamda meydana geldi ve bunun nesnel olarak devrimci sonuçları vardı. Son birkaç yıl ve ay içinde, farklı sektörlerdeki işçiler, hükümet yasaklarına ve sendika bürokrasisinin kontrolüne meydan okuyan fiili grev hareketlerine katıldılar.
PCO, WSWS’yi Türkiye’deki krizin devrimci nitelikte olduğunu ve “diğer ülkelerin geleceğini gösterdiğini” belirttiği için topa tuttu. İleride açıklayacağımız gibi, PCO, böyle bir perspektifin Brezilya’daki kendi gerici siyasi operasyonları için sarsıcı sonuçlarını doğru bir şekilde algılamaktadırlar.
PCO açıklaması, WSWS’yi “eylemler lehine gerçekleri çarpıtmakla” suçlayarak başlıyor ve “Her şeyden önce, Türkiye’deki protestoların milyonlarca insanı kapsadığını söylemek bir tahrifattır,” iddiasında bulunuyor. Ama yanılıyorlar. Bu yalanın büyüklüğü sonrakilerin gölgesinde kalsa bile, bu tür küçük tahrifatlar üzerine kocaman bir iftira inşa edilmeye başlanıyor.
Makale, iddiasını kanıtlamak için 21 Mart tarihli bir Al Jazeera haberinden seçmece bir alıntı yapıyor Haberde bir önceki gece İstanbul Büyükşehir Belediye Binası önüne “küçük gösterici grupların polisle çatıştığı” belirtiliyor. Ardından, CHP lideri Özgür Özel’in “Biz burada 300 bin kişiyiz” dediği aktarılıyor. “Her ne kadar bu [sayı] bir abartı olsa da ‘milyonlarca insan’ın seferberliğinden oldukça uzak” diye yazıyorlar.
Türkiye’de meydana gelen gerçek olayları küçümseyen PCO, Al Jazeera haberinin sadece protestoların ikinci gününden bahsettiğini ve protestoların sonraki günlerde tırmanışa geçtiğini atlıyor. 29 Mart’ta sadece İstanbul’da düzenlenen mitinge 2,2 milyon kişinin katıldığı tahmin edilirken, diğer şehirlerde de kitlesel gösteriler düzenlenmişti.
PCO, Protestoların ölçeğine ilişkin tahrifatların yanı sıra, WSWS’deki İngilizce açıklamanın CHP’den “Kemalist”, Erdoğan hükümetinden ise “İslamcı” olarak söz etmesine dayanarak manipülatif bir suçlama üretiyor. Bu terimleri SEG’in metnindeki bağlamından kopararak, açıklamalarının iki bölümünü kaplayan retorik bir tirat çekmeye girişiyorlar.
SEG’in İmamoğlu ve CHP’nin tarihsel ve sınıfsal karakterine ilişkin analizini okuyucularından gizleyen PCO, yanlış bir şekilde şöyle diyor: “[WSWS’deki] metin, Ekrem İmamoğlu’nu basitçe ‘İstanbul belediye başkanı’ ve ‘Kemalist yönelimli’ biri olarak sunuyor.”
Bunu takip eden argüman, PCO’nun kendisinin sınıfsal yönelimiyle ilgili olarak oldukça açıklayıcıdır:
Bir siyasetçiyi “Kemalist” olarak nitelendirmek, onu Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasçısı olarak görmekle aynı şeydir. Dolayısıyla söz konusu siyasetçiyi, Türkiye’nin ekonomik kalkınmasını hedefleyen bir programı savunan bir milliyetçi olarak görmekle aynı şeydir.
PCO kendi cehaletinden şaşkına dönmüş görünüyor. CHP’nin Atatürk tarafından kurulmuş bir parti olduğu basit bir gerçektir. Kemalizmin gerici evrimi, emperyalist çağda -PCO tarafından savunulanlar da dahil- tüm burjuva milliyetçi perspektiflerin tarihsel iflasını ve sürdürülemezliğini göstermektedir.
Bir noktada PCO, İmamoğlu davasının ne hakkında olduğunu bile bilmediğini açıkça itiraf ediyor: “Yabancı basında -yani Türkiye dışında- İmamoğlu hakkında çok az bilgi var.” Ama Türkiye’nin siyasi gerçekliği konusundaki cehaleti PCO’yu kategorik açıklamalar yapmaktan alıkoymuyor.
PCO şöyle yazıyor:
CHP bugün Ukrayna’da Vladimir Zelenskiy ya da Venezuela’da Edmundo González’in oynadığına benzer bir rol oynuyor. CHP, emperyalizmin ve onun NATO gibi örgütlerinin uşağıdır. [CHP’liler] Açıkça şunu söylüyorlar: hedeflerimize ulaşmak için size, yani emperyalist güçlere güveniyoruz.
WSWS tarafından kasten atlanan bu niteleme, Türkiye’deki gösterileri analiz etmek için en önemli olanıdır. ... Bu ne “Kemalist” bir seferberliktir ne de İstanbul belediye başkanının siyasi haklarının soyut bir savunusudur. Bu, emperyalizmin dünyanın en önemli ülkelerinden birinde kendi çıkarlarını savunmak için giriştiği bir seferberliktir [vurgu sonradan eklenmiştir].
Gerçekte PCO, SEG’in açıklamasında CHP’yi net bir şekilde niteleyen ve Troçkistlerin ona karşı tutumunu tanımlayan paragrafları kasıtlı ve dürüst olmayan bir şekilde atlamaktadır. Bunları uzun uzun alıntılayalım:
Sosyalist Eşitlik Grubu, adil yargılanma hakları ihlal edilerek tutuklanan İmamoğlu’nun ve diğer tüm CHP üyelerinin serbest bırakılmasını savunur. Ancak bu, CHP’ye herhangi bir siyasi destek anlamına gelmez. CHP, doğası gereği, demokratik haklar uğruna mücadeleyi ileriye taşıyamaz. Tam aksine, kitle hareketini seçimlere yönlendirmeye ve sona erdirmeye çalışan CHP, temel sorunların kaynaklandığı kapitalist sisteme ve burjuva egemenliğine meydan okuyacak bir devrimci işçi sınıfı hareketine Erdoğan hükümeti kadar karşıdır.
CHP; Erdoğan hükümetiyle işbirliği yapan aynı emperyalist güçlere yönelen burjuva milliyetçi bir partidir ve demokratik hakları savunmaktan aciz olduğunu bir kez daha kanıtlamıştır. Türk burjuvazisinin devrim korkularını yatıştırmaya çalışan CHP, aynı anda bir “NATO partisi” olduğunu vurgulayarak emperyalist güçlere güvence vermeye ve desteklerini almaya çalışmıştır. Çok sayıda Stalinist ve Pablocu siyasi eğilim de kitle hareketini bütünüyle CHP önderliğine ve siyasetine tabi kılarak, devrimci sosyalist bir alternatifin gelişmesini engelleme rollerini yerine getirmiştir.
Bir burjuva partisi olarak CHP’nin omurgasızlığı ve siyasi teslimiyeti küresel bir olgunun parçasıdır. Vladimir Lenin’le birlikte 1917 Ekim Devrimi’ne önderlik eden ve 1938’de Dördüncü Enternasyonal’i kuran Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, çağımızda dünya genelinde burjuvazinin hiçbir hizbi demokrasiyi, toplumsal eşitliği ve anti-emperyalist bir politikayı tutarlı bir şekilde savunamaz.
PCO’nun açıklamasının ikinci bölümü, Erdoğan’a atfen “İslamcı” teriminin kullanılmasını DEUK’un “emperyalizm yanlısı” yöneliminin tartışmasız kanıtı olarak sunarak, WSWS’yi karalamak için daha da acınası bir girişimde bulunuyor.
Yazı şöyle başlıyor:
WSWS, İmamoğlu’nun adaylığının toplumsal içeriğini tamamen göz ardı ederek Marksist olmadığını zaten göstermişti. Yani, adaylığın temsil ettiği sınıfı -emperyalizmi- görmezden geldi. Hatayı pekiştiren WSWS, Türk hükümetini yalnızca “İslamcı bir hükümet” olarak sunmaktadır.
“İslamcı bir hükümet”in ne olduğunu söylemek zordur ve WSWS de bunu açıklamaya çalışmamaktadır.
Hem CHP’nin hem de Erdoğan’ın tarihsel ve sınıfsal karakterine ilişkin gerçek analizimizi sansürleyen PCO, Türkiye’deki çatışmayı ilerici “Kemalistler” ile gerici “İslamcılar” arasında kurgulayan hayali bir siyasi rakiple, bir gölgeyle savaşmaya girişiyor.
PCO’nun aldatıcı saldırılarına daha önce verdiğimiz bir yanıtta yazdıklarımız tamamen geçerlidir: “Bu, sahtekâr ve morali bozuk küçük burjuvaların siyasi yöntemi olan bir kelime oyunundan başka bir şey değildir.”
Brezilyalı sahte solcular duruma itiraz ediyor: “Gerçek şu ki, hakiki dünyada Türk hükümetini ‘İslamcı’ olarak adlandırmaya temel teşkil edecek hiçbir şey yoktur.” Onlar “Tek amacı emperyalizmin Türkiye üzerindeki tahakkümünü kolaylaştırmak olan bir entrikadır bu,” sonucuna varıyorlar.
PCO “hakiki dünyada” bununla ilgili “hiçbir şey yok,” diye buyuruyor! Böyle bir açıklama yapmak için olağanüstü düzeyde cahil olmak ve siyasi gerçekleri hiçe saymak gerekir.
Erdoğan, Türkiye’deki geleneksel İslamcı siyasi hareket “Millî Görüş”ten gelmektedir. Kendisi ve lideri olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 20 yılı aşkın bir süredir ABD emperyalizminin bu tür hareketlere biçtiği “ılımlı İslamcılık” rolüne uygun hareket etmektedir.
“Laik” Erdoğan’ın Şubat 2024’te yaptığı bir konuşmadan alıntı yapalım:
Yaklaşık bin yıldır Türkler İslam’ı, İslam da Türkleri muhafaza etmiş; Türkler İslam’ın, İslam da Türklerin kılıcı olmuştur. Tarih kitaplarına şöyle bir göz attığınızda karşınıza çıkacak hakikat şudur: Türk demek, aynı zamanda Müslüman demektir. … Çok açık ve net söylüyorum, İslam’ın gaza ruhunu taşımayan bir Türklük tanımı ve projesi, aslında Türk milletini müzeye kaldırma, folklorik bir öge haline getirme teşebbüsleridir.
PCO’nun İslamcıların emperyalizmin hedefi olduğu iddiası ise apaçık bir aldatmacadır. Donald Trump’ın ilk büyük yurt dışı gezisi için seçtiği Suudi Arabistan ve benzeri gerici Müslüman Körfez ülkeleri, ABD’nin Ortadoğu’daki emperyalist politikasının payandaları işlevi görmektedir. Washington ve Avrupalı emperyalist güçler, Gazze’deki Siyonist soykırımın desteklenmesi de dahil olmak üzere, Ortadoğu’nun zorla yeniden paylaşılması için bastırırken, kısa süre önce Suriye’de iktidarı ele geçiren El Kaide uzantısı Heyet Tahrir el-Şam’a (HTŞ) övgüler düzüyorlar.
Erdoğan, kısmen siyasi ve ideolojik yakınlık nedeniyle, hem Suriye’deki HTŞ’nin hem de Libya’daki El Kaide bağlantılı cihatçıların önemli bir destekçisi olmuştur. Ayrıca Mısır’da Sisi’nin askeri diktatörlüğüne karşı Müslüman Kardeşler’i desteklemiştir. Ama bu bir süre önce sona erdi. Erdoğan, Türk burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda, ABD emperyalizminin ve Siyonist rejimin müttefiki olan Sisi’yi kucakladı ve eli kanlı diktatöre “aziz kardeşim” diye seslendi.
PCO’nun tüm “polemiğinin” şu ana kadar SEG açıklamasının ilk paragrafından yapılan tek bir alıntı etrafında inşa edilmiş olması dikkate değerdir!
PCO’nun yanlış bir şekilde “Kuzey Amerikalı” dediği WSWS’nin “Türk versiyonu” olarak sunduğu SEG, Brezilyalı sahte solcular tarafından uydurulan düzmece anlatıda, CHP’nin omurgasız bir destekçisine dönüştürülmüştür.
Gerçekte ise SEG, Türkiye’de burjuvazinin tüm kesimlerine uzlaşmaz biçimde karşı çıkan ve uluslararası sosyalist devrim programı temelinde işçi sınıfının siyasi bağımsızlığı için mücadele eden tek siyasi eğilimdir.
PCO’nun Brezilya kamuoyundan umutsuzca gizlemeye çalıştığı şey, Türkiye ve Brezilya’daki işçi sınıfının kaderlerini güçlü bir şekilde birbirine bağlayan bu enternasyonalist perspektiftir.
Türkiye’nin siyasi tarihi ve gerçekliği hakkında bilgi sahibi olmanın ciddi bir değerlendirme yapmak için gerekli olduğuna inanan her PCO üyesi ya da okuru, SEG ve WSWS tarafından yazılan belgeleri dikkatle incelemelidir.
WSWS’nin Portekizce sayfasında şu önemli metinlere ulaşabilirler:
Cumhuriyetin yüzüncü yılı savaşın gölgesinde kutlanıyor
Seçimlerin ardından: Sahte sol CHP’nin arkasında nasıl toplandı?
Türkiye’de gerçek demokrasiye giden yol hangisi?
Burjuva milliyetçiliği üzerine neo-Stalinist bir nasihat
PCO, açıklamasının son bölümünde kendi siyasi perspektifini daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu, onların, işçi sınıfına karşı kapitalist gericiliğin savunucuları olduklarını kesin bir şekilde teşhir etmektedir.
Açıklamanın başlığı, WSWS’nin sözde “burjuva milliyetçiliği olgusunu anlamadaki yetersizliğine” saldırıyor. Peki, PCO bunu nasıl anlıyor?
Türkiye’deki siyasi çelişkilerin toplumsal ve ekonomik karakterini tanımlarken şöyle yazıyorlar: “Var olan şey, Almanya, Birleşik Krallık ve ABD gibi büyük güçlerin egemenliği ve Türk halkının bu egemenliğe karşı mücadelesidir. Türk kurumları, bu anlamda, bu mücadelenin bir yansımasıdır.”
Başka bir paragrafta, ABD ile Türkiye’de diktatörlük yönetimlerinin gelişimi arasındaki karşılaştırmamıza saldırıyorlar:
Ancak bu analizdeki sorun, Türk burjuvazisinin ABD burjuvazisinden tamamen farklı olduğu gerçeğini göz ardı etmesidir.
Türk burjuvazisi, her geri kalmış ülkenin burjuvazisi gibi, yarı ezen, yarı ezilen bir burjuvazidir. İşçi sınıfını ezerken emperyalizm tarafından da ezilen bir burjuvazidir. Ve bu nedenle, siyasi duruma bağlı olarak, çok ilerici bir şekilde ya da çok gerici bir şekilde hareket edebilir.
Emperyalist baskının geri kalmış ülkelerin ulusal burjuvazisine ilerici bir rol verdiği fikri yanlıştır ve Troçkizmin temel ilkelerine tamamen aykırıdır.
Troçki’nin, emperyalizmin ulusal baskısına karşı mücadeleyi -ve özellikle Güney Amerika’ya ilişkin satırlarını- uluslararası sosyalist devrim çağı bağlamına nasıl yerleştirdiğini hatırlamakta fayda var:
Sömürgelerin özgürlüğe kavuşması dünya sosyalist devrimine yalnızca devasa bir giriş olacaktır; tıpkı aynı zamanda bir yarı-sömürge olan Rusya’daki gecikmiş demokratik altüstlüğün sosyalist devrime yalnızca bir giriş niteliğinde olması gibi. …
Fakat bu görevi yerine getirmek üzere göreve çağrılacak olan, tamamıyla yabancı emperyalizmin satın alınmış acentası olan geç kalmış Güney Amerikan burjuvazisi değil, ezilen kitlelerin seçilmiş lideri genç Güney Amerikan proletaryası olacaktır. Dünya emperyalizminin zorbalık ve entrikalarına ve yerli komprador kliklerin kanlı faaliyetine karşı mücadeledeki slogan bu nedenle: Güney ve Orta Amerika Sovyet Birleşik Devletleridir.*
Marksistlerin, emperyalizme karşı mücadelesinde ezilen ülkeyi desteklemekle yükümlü oldukları ilerici bir ulusal kurtuluş savaşı durumunda bile, temel görevleri, işçi sınıfının burjuvaziye doğrudan muhalefet içinde, bağımsız seferberliği için mücadele etmek olmaya devam etmektedir.
Troçki’nin ısrarla vurguladığı gibi, burjuvazinin emperyalizme karşı ulusun çıkarlarını savunma iddialarına verilecek her türlü taviz; burjuvazinin komprador ve milliyetçi kesimleri arasındaki, her ikisi de nihayetinde emperyalizmin acentası olan farklılıkların abartılması; işçi sınıfı ile burjuvazinin karşıt çıkarlarının yumuşatılması; bunlar sosyalist devrime karşı işlenen iğrenç suçlardır.
PCO’nun ulusal burjuvazi ve onun emperyalizm ile ilişkileri hakkındaki formülasyonları aslında Stalinizmin formülasyonlarından farklı değildir.
Menşevizmin iki aşamalı devrim teorisini yeniden canlandıran Stalinist perspektif, Troçki’nin Rus Devrimi’ne rehberlik eden Sürekli Devrim Teorisi’ne ulusalcı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır.
PCO tarafından savunulan, geri kalmış ülkelerdeki burjuvazinin “çok ilerici bir şekilde hareket edebileceği” fikriyle yapılan siyasi deneyler, Stalin’in “dört sınıf bloğu” altında 1927 Çin Devrimi’nin yenilgisinden başlayarak, işçi sınıfı için her zaman felakete yol açmıştır. Latin Amerika’nın yirminci yüzyıldaki tüm tarihi buna trajik bir kanıt oluşturmaktadır.
PCO’ya daha önce verdiğimiz yanıtta, Troçki’nin yazılarına ilişkin kaba teorik tahrifatlarını ayrıntılı olarak ele almıştık. Onlar bu yolla, Sürekli Devrim Teorisi'nin savunucusunu kaba bir burjuva milliyetçiliği savunucusuna dönüştürmeyi amaçlıyorlardı.
PCO’nun, WSWS’ye yönelik son saldırısında, kendi neo-Stalinist görüşlerini Troçkizm ile bir şekilde ilişkilendirme çabasından vazgeçmiş olması dikkate değerdir.
PCO’nun Stalinist “iki aşama” geleneğine dayanan siyasi temelleri, kendi içinde tamamen iflas etmiştir. Ancak Erdoğan’ın bir Çan Kay-şek ya da Atatürk olmadığını da belirtmek gerekir. Onu Türk burjuvazisinin “anti-emperyalist” bir kesiminin lideri olarak tanımlamak saçmalıktır.
Açıklamasının son paragraflarında PCO şöyle yazıyor:
Erdoğan hükümeti, “İslamcı hükümet” teriminin analizinin de gösterdiği gibi, emperyalizmle bir dizi çelişkisi olan bir hükümettir. Örneğin “İsrail” devletiyle sürekli çatışma halinde olan bir hükümettir. Aynı zamanda Rusya ile yakın ilişkileri olan bir hükümettir. Bu anlamda emperyalizmin Ortadoğu ve Doğu Avrupa üzerindeki hakimiyet politikasının önünde bir engeldir.
Türkiye, geri kalmış bir ülke olmasının yanı sıra, dünyanın en stratejik konumdaki topraklarından biridir. Rusya’ya, Balkanlara, Orta Avrupa’ya, Ortadoğu’ya ve Kafkasya’ya yakındır. İşte bu yüzden NATO üyesidir.
Emperyalizm için, çıkarlarıyla tamamen uyumlu bir Türkiye, gelecekteki askeri çatışmalarda belirleyici bir faktör olabilir. Öte yandan, isyankâr bir Türkiye, ezilen ülkelerin mücadelesinde dengeleri değiştirebilir.
Gerçek şu ki, Erdoğan hükümeti, emperyalizmin Ortadoğu ve Doğu Avrupa üzerindeki egemenlik politikasının önünde bir engel değil, bu politikanın bir aracıdır.
Türk burjuvazisi ve siyaset kurumu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana giderek artan bir şekilde emperyalizme yönelmiş ve onunla işbirliği yapmıştır. PCO’nun iddia ettiğinin aksine, Türkiye sadece coğrafi konumu nedeniyle değil, burjuvazinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında SSCB’ye karşı çıkma kararlılığının bir sonucu olarak NATO üyesi olmuştur.
SEG’in açıklamasında belirtildiği üzere, Türk burjuvazisi son otuz yıldır “Ortadoğu, Orta Asya ve Kuzey Afrika’daki emperyalist saldırı savaşlarına derinlemesine bulaşmıştır.” Erdoğan 2002’de iktidara geldiğinden beri “Irak savaşını destekledi, Afganistan’a asker gönderdi, Libya ve Suriye’deki rejim değişikliği savaşlarına arka çıktı. Retorik eleştirileri ne olursa olsun, Siyonist İsrail rejiminin Gazze’de ABD-NATO desteğiyle devam eden soykırımına yardımcı oldu.”
2024 yılı itibariyle Türkiye, İsrail’in en çok ihracat yapan beşinci ülke konumundadır. Azerbaycan petrolünün Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı üzerinden İsrail’e sevkiyatına aracılık eden Türkiye, İsrail’in savaş makinesini besleyerek Filistinlilere yönelik soykırıma suç ortaklığı yapmaktadır.
2012 yılında Erdoğan hükümeti döneminde NATO’nun kullanımı için kurulan Türkiye’deki Kürecik Radar Üssü, ABD ordusu tarafından işletilmektedir. Bu erken uyarı radar sisteminin NATO güçlerinin yanı sıra İsrail’i de koruduğu ve ABD emperyalizmi ve Siyonist rejim tarafından hedef alınan İran ve müttefiklerine karşı kullanıldığı bildirilmektedir.
Türkiye ve İsrail burjuvazileri arasındaki “çatışma”ya gelince, ABD emperyalizminin bu iki kritik müttefiki arasında ilerici bir taraf yoktur. Onlar, Suriye de dahil olmak üzere Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’deki kaynakların ve nüfuz alanlarının yeniden paylaşımı üzerine artan rekabet nedeniyle karşı karşıya geliyorlar. Bu çatışmanın kökeninde, ABD emperyalizminin Ortadoğu’da 30 yılı aşkın süredir devam eden saldırganlığı ve bölgenin tamamına hâkim olma çabası yatmaktadır.
ABD-NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının tırmandığı bir dönemde Türkiye’nin Moskova ile ilişkilerini korumaya çalışmasından kaynaklanan gerilimler (2016’da Erdoğan’a karşı darbe girişiminin ardında bu kritik mesele yatıyordu), bu temel ilişkiyi değiştirmemiştir.
Hatta Erdoğan son dönemde siyasi muhalefete yönelik otoriter baskılarını, güçlenen ortaklıkları nedeniyle ABD ve Avrupalı güçlerin onaylayıcı sessizliklerini hesaba katarak başlatmıştır.
PCO’nun siyasi çizgisi o kadar çürüktür ki, WSWS’ye yönelik önceki saldırısında, Erdoğan rejiminin NATO’nun savaş hedefleriyle işbirliği yapmasını açıkça savunmuş ve bunu “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi için bir pazarlık kozu” olarak meşrulaştırmıştır.
Erdoğan yönetimindeki “isyankâr Türkiye”nin emperyalizme karşı “ezilen ülkelerin mücadelesinin” alameti olduğuna dair sanrılar, PCO’nun iflas etmiş milliyetçi perspektifinin nihai sonuçlarını gözler önüne sermektedir.
10 Haziran 2025
Devam edecek
Dipnot
* Lev Troçki, “Savaş ve Dördüncü Enternasyonal,” 1934. Türkçe çevirisi: https://www.marxists.org/turkce/trocki/1934/haziran/10.htm