Perspektif

Trump’ın İran’a yönelik tehditleri ve ABD dış politikasının kriminalize edilmesi

ABD Başkanı Donald Trump Çarşamba günü, İran’a karşı yasa dışı ve kışkırtılmamış bir ABD savaşı başlatma tehditlerini yineledi. “Yapabilirim de yapmayabilirim de. Yani ne yapacağımı kimse bilmiyor,” diyen Trump Beyaz Saray’da gazetecilere verdiği demeçte İran hükümetine yönelik “koşulsuz teslim olma” çağrılarını yineledi ve “Son kararı bir saniye önce vermeyi severim” diye ekledi.

Bir itfaiyeci, İran'ın başkenti Tahran'ın kuzeyindeki bir konut yerleşkesinin bombalanmasının ardından meslektaşlarına sesleniyor, 13 Haziran 2025 Cuma. [AP Photo/Vahid Salemi]

Bunlar ülkenin en yüksek makamına yükselmiş bir mafya babasının sözleridir. “İlk günden diktatör” gibi yöneteceğini söyleyen Trump ne uluslararası hukuku ne de Amerikan Anayasasını tanıyor ve istediği zaman, istediği yerde, istediği kişiyi öldürme hakkını ileri sürüyor; dünya ise “bir saniye önce” verilen kararların feci sonuçlarıyla yüzleşiyor.

İsrail altı gündür ABD silahlarını kullanarak ve Trump’ın onayıyla İran’a karşı amansız bir saldırı yürütüyor. Gazetecileri, enerji altyapısını, kanalizasyon arıtma tesislerini, polis karakollarını ve sivil liderleri hedef aldı. İsrail’in İran’a yönelik bombardımanı, Gazze’deki Filistinlilere yönelik devam eden soykırım da dâhil olmak üzere, tüm Ortadoğu’yu boyunduruk altına almaya yönelik süregelen ABD-İsrail savaşının bir parçasıdır.

Şimdi ise Trump, hem Amerikan hukukunu hem de uluslararası hukuku ayaklar altına alarak ABD’yi İran’a karşı bir savaşa doğrudan dahil etme tehdidinde bulunuyor.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçların yargılanması amacıyla oluşturulmuş bir dizi uluslararası hukuk standardını ifade eden Nürnberg İlkeleri, barışa karşı işlenen suçları “bir saldırı savaşının planlanması, hazırlanması, başlatılması ya da yürütülmesi” olarak tanımlamaktadır. İran’a yönelik bir Amerikan saldırısı tam da bu anlama gelecektir.

İran Amerika Birleşik Devletleri’ne saldırmamıştır. Ne nükleer silahlara ne de ABD’yi tehdit edecek herhangi bir araca sahiptir. İran’a yönelik bir saldırının “önleyici bir savaş” olacağı iddiaları saçmadır. Aksine bu, Bush yönetiminin 2003’te Irak’ı istilası gibi yasa dışı ve suç teşkil eden bir saldırı savaşıdır.

Amerikan emperyalist politikası her zaman olduğu gibi şaşırtıcı bir ikiyüzlülükle karakterize olmaktadır. ABD medyası yıllardır Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından “kışkırtılmamış, yasa dışı ve haksız bir savaş” olarak söz etmektedir. Ancak Amerikan medyası, Trump’ın İran’a saldırı planlarını anlatırken bu sıfatların hepsini birdenbire bir kenara bırakıyor ve bu planlar ABD medya propaganda makinesi tarafından sözde İran’ın nükleer silah elde etmesini ve hem İsrail’i hem de ABD’yi tehdit etmesini önlemeyi amaçlayan bir “haklı savaş” olarak lanse ediliyor.

Çarşamba günü Beyaz Saray’da yaptığı konuşmada Trump, İranlı liderlere retorik olarak “Neden tüm bu ölüm ve yıkımdan önce benimle müzakere etmediniz? Neden müzakere etmediniz?” diye sordu.

Ne anlamsız bir sahtekarlık. Trump, İsrail füzelerinin İran’a yağmaya başlamasından sadece saatler önce yeni bir müzakere turunu duyurmuştu. Bu müzakereler, Wall Street Journal’ın ifadesiyle, “sürpriz bir İsrail saldırısı için mükemmel bir kılıf” oldu. Dahası, İsrail’in bombardımanı, Trump’ın büyük bir ciddiyetle peşinde olduğunu iddia ettiği sözde müzakerelerde aktif bir rol oynayacak olan önde gelen nükleer müzakereci Şemhani’yi öldürdü.

Birleşik Devletler Anayasası Madde I, Bölüm 8 uyarınca savaş ilan etme yetkisi başkana değil yalnızca Kongre’ye aittir. Eğer Amerika Birleşik Devletleri’nde demokratik yönetim biçimleri işliyor olsaydı, Trump’ın İran’a karşı savaş başlatma tehditleri Kongre oturumlarına ve azil işlemlerine yol açardı. Ancak siyaset kurumunun tepkisi ya sessiz bir onay ya da Trump’ın suç teşkil eden saldırı savaşına açık bir destek şeklinde olmuştur.

Demokratik Parti’den hiçbir muhalefet yok. Aralarında Adam Schiff ve Chuck Schumer gibi isimlerin de bulunduğu parti yönetimi, İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımın her aşamasını iki partinin birliği anlayışla destekledi ve şimdi de İran’la savaşa açıkça destek sinyali veriyor.

Demokrat Senatör Adam Schiff Pazar günü verdiği bir mülakatta İsrail’in İran’a yönelik saldırısını destekleyerek, “Ben de bu eylemleri destekliyorum. Yönetimin İsrail’in kendisini savunmasına yardımcı olma yönündeki eylemlerini de destekliyorum,” diye konuştu.

Schiff, ABD’nin İran’ı bombalamasını desteklemenin kapısını açarak şunları söyledi: “Eğer bize saldırarak karşılık vereceklerse, biz de kendimizi savunarak karşılık vermeliyiz. O zaman İran’ın Fordo’ya [uranyum zenginleştirme rafinerisi] ya da başka bir yere yönelik potansiyel saldırılara açık hale geleceğini düşünüyorum.”

ABD emperyalizmi on yıllardır, Şah’ın saltanatına son veren ve İran’ı Amerikan egemenliğinden koparan 1979 İran Devrimi’nin sonuçlarını tersine çevirmeye çalıştı. Bush yönetiminin “teröre karşı savaş”ı başlatırken kullandığı slogan “oğlanlar Bağdat’a, gerçek erkekler Tahran’a” idi.

ABD emperyalizminin İran’a karşı hazırladığı savaşın 2001 Afganistan istilası ya da 2003 Irak istilasından farklı olacağına inanmak için hiçbir neden yoktur. Bu istilalar başlangıçta askeri başarılarla sonuçlanmış ancak halk muhalefetini bastıramayan ABD işgal güçleri için kısa sürede bataklığa dönüşmüştü. Bush’un 2004 yılında bir uçak gemisinde yaptığı meşhur “görev tamamlandı” açıklamasına rağmen, “teröre karşı savaş” kapsamında başlatılan savaşlar sonsuza dek kanlı felaketler olarak hatırlanacaklar.

Trump’ı İran’a karşı savaşın farklı olacağına inandıran nedir? Doğrusu, eğer Amerikan birlikleri konuşlandırılırsa binlercesi ölecektir.

Amerika’nın İran’a yönelik saldırı tehdidi bir güç gösterisi değil, çaresizlik eylemidir. Artan halk muhalefeti, giderek büyüyen borç krizi ve dünya sahnesinde azalan rekabet gücüyle karşı karşıya kalan Amerikan kapitalizmi, sürekli büyüyen ve her yere yayılan krizine tek çözüm olarak küresel savaşı görmektedir. ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü savaş, İsrail’in Ortadoğu’daki saldırıları ve Pasifik’te Çin’i hedef alan askeri takviye münferit çatışmalar değil, entegre ve hızlanan bir küresel savaşın parçalarıdır.

Bu savaşlar, Amerikan emperyalizminin krizine herhangi bir çözüm getirmek şöyle dursun, hem ABD’de hem de dünya genelinde kapitalizme karşı siyasi muhalefeti daha da yoğunlaştıracaktır. Geçtiğimiz hafta sonu, nüfusun geniş kesimlerinin giderek radikalleştiğinin bir kanıtı olarak, milyonlarca insan ABD’nin hemen her kent ve kasabasında Trump’ın diktatörlük kurma çabalarını protesto etti.

Kritik görev, işçi sınıfının sosyal ve ekonomik haklarını savunma hareketini emperyalist savaşa karşı mücadele ile birleştirmektir. Bu, sosyalist bir program ve işçi sınıfı içinde devrimci bir önderlik uğruna mücadeleyi gerektirir. Sosyalist Eşitlik Partisi ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ne bağlı partiler işte bu önderliği inşa etmek için mücadele etmektedir.

Loading