İran’a yönelik emperyalist-Siyonist savaşa ve Türkiye’nin işbirliğine karşı çıkın!

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Türkiye şubesi olan Sosyalist Eşitlik Grubu (SEG), ABD-NATO emperyalizmi destekli Siyonist İsrail devletinin İran’a yönelik kışkırtılmamış saldırısını şiddetle kınamakta ve Türkiye, Ortadoğu ve dünya genelindeki işçileri bu emperyalist saldırganlığa karşı harekete geçmeye çağırmaktadır.

SEG’in dünya genelinde işçilerin ve gençlerin emperyalist-Siyonist saldırganlığa karşı kitlesel muhalefetine bilinçli bir siyasi ifade veren ilkeli muhalefeti ile Türkiye’deki emperyalizm yanlısı kapitalist siyaset kurumunun ikiyüzlü tavrı taban tabana zıttır.

İran'ın başkenti Tahran'ın güneyinde, Cumartesi günü İsrail saldırısıyla vurulduğu anlaşılan bir petrol tesisinden büyük bir duman yükseliyor, 15 Haziran 2025, Pazar. [AP Photo]

Salı günü Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu’nda, İsrail’in İran’a karşı ve bölge genelinde devam eden saldırgan eylemlerini kınayan bir tezkere oybirliğiyle kabul edildi. Gerçekte bu, ABD-NATO’nun desteğiyle bu saldırganlığı tırmandıran İsrail’den çok, Türkiye’nin kapitalist siyaset kurumunun bu suçlara ortaklığını açığa vuran bir karardır.

NATO’nun ikinci büyük ordusunun başında bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti ve bir o kadar NATO ve emperyalizm yanlısı olan burjuva muhalefet partileri, emperyalizme, Siyonizme ve emperyalist savaşa karşı çıkmaktan doğaları gereği acizdirler ve dahası, bu konuda her türlü gerçek muhalefet ifadesine şiddetle karşıdırlar.

İran’a yönelik saldırganlığa, Gazze’deki Filistinlilere yapılan soykırıma ve bir bütün olarak emperyalist savaşa karşı mücadele ancak uluslararası işçi sınıfını emperyalizme, Siyonizme ve kapitalist sisteme karşı Ortadoğu ve dünya çapında devrimci sosyalist bir program temelinde birleştirmekten geçmektedir.

Meclis tezkeresi ve Erdoğan hükümetinin İsrail’in İran’a yönelik saldırısı karşısındaki tutumu, Türk egemen sınıfının gelişen çatışmada karşı karşıya kaldığı son derece çelişkili ve patlayıcı konuma işaret etmektedir.

Tezkerede “İsrail’in İran’a yönelik saldırıları, bölgedeki gerilimi tırmandırmakta ve geniş çaplı savaş riskini beraberinde getirmektedir,” deniyor ve şunlar ekleniyor: “İsrail’in bu saldırganlığı ve uyguladığı devlet terörü İsrail’i ve ona destek veren emperyalist güçleri halklar nezdinde çoktan mahkum etmiştir.”

Doğrusu, İsrail’in İran’a saldırısı, Filistin, Lübnan ve Suriye’deki saldırıları gibi ABD ve Avrupalı emperyalist güçlerin tam desteğiyle gerçekleşmektedir. Dahası, bizzat faşist Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD, İsrail’in yanında İran’la doğrudan savaşa girme planları yapmaktadır.

Türkiye ile İran'ın konumlarını gösteren harita [Photo by Marmelad / undefined]

Aynı güçler Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı savaşı tırmandırma adımları atıyor ve Çin’e karşı savaşa hazırlanıyorlar. Bu, dünyanın yeniden paylaşımına yönelik emperyalist bir savaştır. Amaç; İran’ın, Rusya’nın, Çin’in ve başka yerlerin yeniden sömürgeci boyunduruk altına alınmasıdır. Bununla birlikte, emperyalizmin baskısı altındaki bu ülkelerin kapitalist rejimlerinin buna verebilecek ilerici bir yanıtı yoktur. Onlar kendi işçi sınıflarından korkuyor ve ABD önderliğindeki emperyalist güçlerle umutsuzca anlaşma peşinde koşuyorlar.

Bu koşullarda, TBMM’deki kapitalist partiler ne Türkiye’nin ABD ve Avrupa emperyalizmine yönelimini ne de NATO üyeliğini ve onlarla işbirliğini gündeme getirmektedir.

Türkiye, sadece edilgen bir suç ortağı konumunda değildir. Azerbaycan’dan İsrail’e giden ve Siyonist savaş makinesini besleyen petrol Türkiye üzerinden geçiyor ve hükümet bundan kazanç sağlıyor. Türkiye’nin İsrail ile ticareti devam etmekle kalmıyor; Türkiye’deki ABD-NATO üslerinin soykırımda ve savaşta İsrail’e lojistik ve istihbarat desteği sağladığı biliniyor.

Sosyalist Eşitlik Grubu, Türkiye’nin NATO’dan çıkmasını ve İsrail ile tüm ilişkilerini kesmesini talep ediyor. ABD ve İsrail yararına kullanılan askeri üsler derhal kapatılmalı ve Azerbaycan’dan İsrail’e petrol akışına aracılık etmeye son verilmelidir.

TBMM, İran’a yönelik saldırıları kınadığını söylerken “uluslararası toplum”dan, yani ABD’den ve emperyalist müttefiklerinden “İsrail’in durdurulması için kararlı ve ilkeli bir duruş sergilemesini” beklediklerini ilan ediyor. İsrail’i kendi saldırı köpekleri olarak kullanan güçlere yapılan bu çağrı, ister emperyalizmin hizmetinde olsun ister onun hedefi konumunda olsun, bir bütün olarak burjuva perspektifin iflasının altını çizmektedir.

İlki Türkiye’deki, ikincisi ise İran’daki burjuva rejim geçerlidir. İran rejimi, İsrail’in yaklaşan saldırısı karşısında daha önce İran’ı yok etme isteğini ilan etmiş olan Trump yönetimiyle bir anlaşmaya varabileceği yanılsamasına kapılmıştı. Bu anlamda ABD’den “İsrail’in durdurulması için kararlı ve ilkeli bir duruş sergilemesini” bekliyordu. Bu, Avrupa’yı ve Sovyetler Birliği’ni istila edip Yahudileri soykırıma tabi tuttuğu sırada Hitler’den “ilkeli bir duruş” beklemeye benzemektedir.

ABD emperyalizminin ve vekili İsrail’in Ortadoğu’da artan saldırganlığına ilkeli bir şekilde karşı çıkması mümkün olmayan Türk egemen sınıfı bölgedeki gelişmelere kendini uyarlamak ve kapsamlı sonuçları olacak bu savaşa hazırlanmaya çalışmaktadır. İran’la kökleri on yedinci yüzyıla uzanan büyük bir sınırı paylaşan Türkiye, 90 milyon nüfuslu komşusuna karşı emperyalist saldırının tırmanması halinde savaş girdabına çekilebileceğinden korkuyor.

İran'ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney (sağda), Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Tahran'da, 2018 [Photo by Khamenei.ir / CC BY-SA 4.0]

Ne var ki, Türk burjuvazisi, gerici emellerinin peşinde izlediği politikalarla, bugün kendisini de içine çeken savaş girdabının oluşmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Türkiye ABD emperyalizminin SSCB’nin dağıtılmasından bu yana bütün bir bölgeyi mahveden saldırılarını desteklemiş ve bunlara suç ortaklığı yapmıştır. Milyonlarca kişinin hayatını kaybettiği, on milyonlarca kişinin yerinden edildiği ve tüm toplumsal altyapının harap edildiği, 2003 Irak istilası ile 2011’de Libya ve Suriye’de başlatılan rejim değişikliği savaşları bunlar arasındadır. Gazze’deki soykırım ve İran’a açılan savaş, Rusya ve Çin’in etkisinden arındırılmış ve ABD emperyalizminin tam hakimiyeti alına alınmış bir “yeni Ortadoğu” oluşturma yönündeki bu saldırılar dizisinin son halkalarıdır.

Türk ve İran egemen seçkinleri, savaşın tırmanmasının özellikle kendi Kürt bölgelerinin ayrılmasına ve egemenlikleri altındaki ulusal sınırların parçalanmasına yol açabileceği korkusunu paylaşıyorlar.

İsrail’in Ekim 2023’ten beri ABD’yle birlikte Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmeye girişmesi, “kendi” Kürt sorununu çözmekten aciz olan Türk egemen seçkinlerinin bu kaygılarını daha da artırdı. İsrail’in, rejim değişikliği sürecindeki Suriye’de ABD destekli Kürt güçleri “doğal müttefiki” ilan etmesi, Ankara ile Tel Aviv’in Suriye’deki rekabetinin kızışmasına ve hatta askeri olarak karşı karşıya gelmeleri olasılığına yol açtı.

Erdoğan Ekim ayında, İsrail ile Türkiye arasında bir savaş uyarısında bulunarak “‘Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır,” demişti.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Ekim 2024 tarihinde Meclis'in açılışında konuşma yaparken.

6 Ocak’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Israel Katz ve Maliye Bakanı Bezalel Smotriç’e sunulan Nagel Komisyonu raporunda ise, “Türkiye’nin Şam’da en etkili güç haline geldiği ve İran’ın Şii ekseninin yerini Sünni-Türk ekseninin aldığı” belirtiliyor ve Türkiye ile olası çatışmaya hazırlık için askeri yeteneklerin güçlendirilmesi gerektiği savunuluyordu.

İsrail’in İran’a saldırıya geçmesinden sonra İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile telefonda görüşen ve ABD ile İran’ın müzakerelere dönmesi çağrısı yapan Erdoğan’ın Pazartesi günü X’te yaptığı açıklama da bu kaygıları yansıtıyordu: “Unutulmamalıdır ki bu kadim coğrafyada hiçbir ülke kendi sınırlarından ve yönetiminden ibaret değildir. Filistin halkına ve topraklarına saldırmak, sadece oradaki birkaç milyon insanla sınırlı bir hadise değildir. Yine İran topraklarına ve halkına saldırmak da sadece İran devletini ilgilendiren bir vaka değildir. Hele hele Türkiye mevzubahis olduğunda kıtaları aşan bir etki gücünden söz etmek mümkündür.”

Ortadoğu’da tırmandırılan savaşın Suriye ve Türkiye’deki Kürt güçlerin ABD ve İsrail ile işbirliği içinde bir statü kazanması olasılığını güçlendirmesi, Ankara’yı 40 yıldır kanlı bir savaş yürüttüğü Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile silahların bırakılması ve örgütün tasfiyesi üzerine bir uzlaşmaya yöneltti.

Erdoğan, PKK ile müzakere girişiminin arkasında esas olarak ABD’nin İsrail aracılığıyla Ortadoğu’yu yeniden düzenlemesinin yattığını Ekim ayında şu sözlerle ortaya koymuştu: “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.”

PKK Mayıs ayında düzenlediği kongreyle silah bırakma ve kendini feshetme kararı aldığını duyursa da onun Suriye ve İran’daki kardeş partileri ABD ve İsrail ile de facto ittifak halindeler ve silahlı güçlerini kendi konumlarını koruyup güçlendirmek için kullanmaya devam ediyorlar. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ülkenin kuzeydoğusunu ABD güçleri ile birlikte kontrol ediyor. SDG’nin omurgasını PKK’nin kardeş örgütü Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) silahlı kolu Halk Savunma Birlikleri (YPG) oluşturuyor.

PKK’nin İran’daki kardeş örgütü olan Kürdistan Özgür Yaşam Partisi (PJAK), 14 Haziran Cumartesi günü X/Twitter hesabından bir açıklama yaptı. İsrail’in ABD destekli saldırısını açıkça kınamayan PJAK, hedefin “‘Yeni Ortadoğu’ projesinin hayata geçirilmesi” olduğunu söylemekle beraber, bu savaşın “İslam Cumhuriyeti’nin idam, baskı, ayrımcılık, yolsuzluk, yoksullaştırma ve çaresizlik politikalarının” ve “İslam Cumhuriyeti’nin yayılmacı ve savaş kışkırtıcısı politikalarının bir sonucu” olduğunu öne sürdü.

İster Ankara’yla ister Tel Aviv’le bir anlaşma peşinde koşsunlar, Kürt partilerin Ortadoğu’daki emperyalist yeniden paylaşım ve yeniden sömürgeleştirme savaşındaki pozisyonları her açıdan gericidir ve burjuva milliyetçiliğinin iflasına tanıklık etmektedir.

Emperyalist güçler ve onların burjuva ve küçük burjuva vekilleri Ortadoğu’da ve başka yerlerde savaş haritasını takip ederken, buna karşı devrimci bir çözümün yolu, Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu Lev Troçki’nin açıkladığı gibi sınıf mücadelesinin haritasını takip etmekten geçmektedir. Her yerde emperyalizmin temsilcilerine ve müttefiklerine karşı işçi sınıfı ve gençlik içinde öfke ve muhalefet artmaktadır.

İran’a yönelik emperyalist-Siyonist saldırıyla neredeyse eş zamanlı olarak, ABD’de milyonlarca insan Trump yönetiminin bir başkanlık diktatörlüğü kurma çabalarına karşı ülke genelinde sokaklara döküldü. Bu, Türkiye’de Erdoğan hükümetinin polis devleti baskısına karşı Mart ayındaki kitlesel protestoları takip ediyor. Ayrıca bu ayın başında Fransa’nın Marsilya şehrindeki liman işçileri İsrail’e giden kargoyu yüklemeyi reddettiler.

Ortadoğu’da on yıllardır tırmanarak devam eden savaş felaketi, emperyalist ulus devlet sisteminin bir ürünüdür ve ancak onunla birlikte son bulabilir. Ortadoğu işçilerinin emperyalizme karşı bu mücadeledeki müttefikleri; kapitalist sistemin bir parçası olan ve programları iflas etmiş burjuva milliyetçi rejimler ve hareketler değil, ABD, Avrupa ve uluslararası işçi sınıfıdır. Emperyalist savaşa ve soykırıma karşı sloganımız ve hedefimiz, Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’dur. Sosyalist Eşitlik Grubu’nun ve DEUK’taki kardeş partilerinin uğruna mücadele ettiği perspektif budur.

Loading