İsrail Cuma sabahı karanlığın örtüsü altında İran’a hava savunmasını, nükleer tesisleri, önemli askeri kadroları ve komuta merkezlerini vuran büyük bir hava ve füze saldırısı başlattı.
1980’lerdeki İran-Irak Savaşı’ndan bu yana İran’a yapılan bu en büyük saldırıda en az 78 kişi öldü ve 300’den fazla kişi yaralandı. İsrail altı nükleer bilim insanını ve aralarında İran Genelkurmay Başkanı ve Devrim Muhafızları Başkomutanı’nın da bulunduğu 20 üst düzey askeri kadroyu öldürdü.
Dünya Sosyalist Web Sitesi, İsrail’in İran’a yönelik yasa dışı ve kışkırtılmamış saldırısını küstah bir emperyalist saldırganlık eylemi olarak kesin bir dille kınamaktadır. Halihazırda Gazze’de 2 milyon insana soykırım yapan İsrail rejimi, şimdi de kendisinden 10 kat büyük bir ülkeyle kasten savaş çıkarmaya çalışmaktadır. Bunun tüm bölge için feci sonuçları olabilir.
İsrail’in İran’ın sözde nükleer programına karşı “meşru müdafaa” amacıyla hareket ettiği iddiası saçmadır ve apaçık bir sahtekarlıktır. İsrail’in uluslararası hukuku ihlal ederek elde ettiği nükleer silahlara sahip olduğu iyi bilinmektedir.
Saldırı öncesinde İran, nükleer programı konusunda Beyaz Saray ile müzakereler yürütmekteydi. Saldırıdan önceki günlerde, ABD de dahil olmak üzere tüm büyük emperyalist hükümetler İsrail’in İran’a saldırmasına karşı olduklarını belirten açıklamalar yaptılar ve bunun yerine müzakere edilmiş bir çözüm çağrısında bulundular.
Hatta ABD, İsrail’in ABD’nin bilgisi ve suç ortaklığıyla Tahran’a füze yağdırmaya başlamasından sadece saatler önce, Pazar günü İran’la yeni bir görüşme turunu duyuracak kadar ileri gitti. Beyaz Saray 24 saat içinde İsrail’in İran’a saldırmasına karşı olduğunu yüksek sesle ilan etmekten, bu konuda alenen övünmeye geçti.
Wall Street Journal’ın Cuma günü saldırılardan haberdar olup olmadığı sorusuna ABD Başkanı Donald Trump şu yanıtı verdi: “Uyarılmak mı? Bu bir uyarı değildi. Neler olup bittiğini biliyoruz.”
Gerçekte, sözde “müzakereler” İsrail’e İran’ın askeri liderlerini evlerinde öldürme fırsatı sağlamak için tasarlanmış haince bir maskaralıktı. İsrail’in Cuma sabahı düzenlediği saldırıda hedef alınan ve öldürülenler arasında İranlı üst düzey nükleer müzakereci Ali Şemhani de vardı.
Axios’un Cuma günü ABD’li ve İsrailli yetkililere dayandırdığı haberine göre “Trump ve yardımcıları İsrail’in saldırısına sadece kamuoyu önünde karşı çıkıyormuş gibi yapıyorlardı; özel olarak görüştüklerinde ise karşı çıkmıyorlardı. Bir yetkili ‘ABD’den açık bir yeşil ışık aldık,’ dedi. Söylediklerine göre amaç İran’ı bir saldırının yakın olmadığına ikna etmek ve İsrail’in hedef listesindeki İranlıların yeni yerlere taşınmayacağından emin olmaktı.”
İran’ın, Amerikan basını açıkça bir İsrail saldırısını haber verirken bile, lider kadrosunun önemli bir kısmının -görünüşe göre füze saldırılarına açık sivil konutlarda bulundukları sırada- öldürülmesine izin vermesi, İran rejiminin stratejik iflasının yıkıcı bir ifşasıdır. Rejim, Trump yönetiminin iyi niyetine son derece güveniyordu. Trump’ın Ocak 2020’de General Süleymani’nin öldürtmesi de dahil olmak üzere tüm olanları görmezden gelip unutan İranlı liderler, ABD’nin müzakereler sürerken İsrail’i dizginleyeceğine ikna oldular. Bir çocuğun yabancı birinden şeker alması gibi basit bir numaraya kandılar.
Ancak İran rejiminin şaşırtıcı saflığının arkasında bir siyaset var. Kendi işçi sınıfından korkan İranlı kapitalist elit, İran’ın yıkımına ve boyunduruk altına alınmasına tam bağlılıklarını göstermiş olan emperyalist güçlerle umutsuzca bir anlaşma arayışındadır.
İsrail’in İran’a yönelik saldırısı, İsrail’in Gazze’deki soykırımının bazı yönlerini eleştiren Avrupalı emperyalist güçlerin gerçekte nerede durduklarını da ortaya koymuştur. Alman hükümeti, Netanyahu’nun planlanan saldırı hakkında Şansölye Merz’i bilgilendirdiğini açıkladı. Hem Fransız hem de Alman hükümetleri İsrail’in “kendini savunma hakkını” teyit eden ve İran’ın misilleme saldırılarını kınayan açıklamalar yayınladılar.
İran’a yönelik saldırı, 7 Ekim 2023 olaylarının ardından yoğunlaşan, emperyalist egemenlik altında bir “yeni Ortadoğu” yaratmaya yönelik uzun süredir devam eden ABD-İsrail yöneliminin doğrudan bir sonucudur. Bunu mümkün kılan, İsrail’in on yıllardır hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi yönetimler altında ABD’den aldığı büyük siyasi, askeri ve istihbarat alanındaki destek olmuştur.
Pentagon ve İsrail ordusu İran’a ve nükleer programına yönelik bir saldırıyı uzun zamandır planlamaktaydı ve buna yönelik savaş oyunları oynuyordu. Trump’ın defalarca bu tür bir saldırıyı onaylama sözü vermişti.
ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki kilit Amerikan müttefiki Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin diktatörlüğünü deviren 1979 İran Devrimi’nin sonucunu hiçbir zaman kabul etmedi. Washington 1980’ler boyunca İran’a karşı yürüttüğü acımasız savaşta Irak’ı destekledi. Irak’a 1990-91’de savaş açıp ülkeyi 2003’te istila ettiğinde bile Tahran’da ABD’ye bağlı bir rejim kurmak temel bir hedef olarak kaldı.
Bugün İran; Rusya, Çin ve Kuzey Kore ile birlikte, ABD’nin küresel hegemonyasının önündeki büyük bir engel olarak görülüyor ve Washington bu engeli ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırmaya kararlı.
Bu saldırının nihai amacı, petrol ihracatı bakımından dünyanın en önemli bölgesi olan ve Basra Körfezi de dahil olmak üzere kritik ticaret yollarına ve stratejik boğaz noktalarına ev sahipliği yapan Ortadoğu’da emperyalist hakimiyet kurmaktır. ABD hem Rusya’nın hem de Çin’in kilit müttefiki olan İran’a boyun eğdirerek, başlıca stratejik rakipleriyle doğrudan karşı karşıya gelmeye hazırlanırken kendi küresel konumunu güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Tarih, emperyalist savaşların öngörülemeyen ve feci sonuçlara yol açtığını göstermiştir. ABD’nin Irak’ı istilası nasıl bölgesel bir felakete yol açtıysa, İsrail’in İran’a saldırısı da öyle olacaktır. Ortadoğu halkları, ülkeleri emperyalist egemenlik için savaş alanına dönüştürülürken pasif kalmayacaktır.
Uluslararası işçi sınıfının yanıtı, emperyalist savaşa ve onu doğuran kapitalist sisteme karşı bilinçli bir hareket inşa etmek olmalıdır
Dünya Sosyalist Web Sitesi, İran’ın emperyalist şiddet ve boyunduruk karşısında savunulması çağrısı yapar. Ama bu, herhangi bir burjuva hükümetin desteğiyle yapılamaz. Ortadoğu ve tüm dünya işçi sınıfının, tüm etnik, ırksal ve dinsel bölünmelere karşı, devrimci sosyalist bir program temelinde bağımsız seferberliği şarttır.