Kürdistan İşçi Partisi (PKK), 5-7 Mayıs tarihleri arasında toplanan 12. Kongre’sinde kendini feshetme ve silahlı mücadeleye son verme kararı aldığını duyurdu.
1978’de kurulan ve 1984’te bağımsız bir Kürt devleti kurma hedefiyle silahlı mücadele başlatan PKK, bu talebinden uzun süre önce vazgeçmişti. Türk devleti ile 1984’ten beri devam eden çatışmada çoğunluğu Kürt on binlerce kişi öldü ve milyonlarca kişi yerinden edildi.
Karar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müttefiki, faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı çağrı ile başlayan sürecin ardından geldi. Bahçeli, 1999’dan beri hapiste olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın PKK’nin lağvedildiğini ilan etmesi halinde serbest bırakılabileceğini ve parlamentoda konuşma yapabileceğini söylemişti.
Bunun ardından Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) heyeti ile yürütülen müzakereler sonu Öcalan 27 Şubat’ta PKK’ye silah bırakıp kendini feshetme çağrısı yaptı. Öcalan, partisinin tarihsel ve siyasi iflasını ilan ederek “devletle bütünleşme”yi öneriyordu.
PKK Kongre Divanı, kongre sonuç bildirgesinde şunları belirtti: “PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını değerlendirdi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder APO tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı.”
Sonuç bildirgesinde ayrıca “Önder Apo Kürt-Türk ilişkilerinin sorunsallaştığı Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesini referans alarak, Ortak Vatan ve Kürt-Türk halklarının kurucu öğe olduğu Demokratik Türkiye Cumhuriyeti perspektifini ve Demokratik Ulus anlayışını Kürt sorununun çözüm çerçevesi olarak benimsedi. Cumhuriyet tarihi boyunca gerçekleşen Kürt isyanları, 1000 yıllık tarihi Kürt-Türk ilişki diyalektiği ve 52 yıllık Önderlik mücadelesi Kürt sorununun ancak Ortak Vatan ve Eşit Yurttaşlık temelinde çözülmesinin kazandıracağını göstermiştir.”
Bu baştan sona milliyetçi perspektif, hiçbir şeyi açıklamadığı gibi ileriye giden bir yol da sunmamaktadır. “Ortak Vatan” ve “Eşit Yurttaştık” denilen şey, mevcut burjuva ulus devletin reforme edilmesi ya da demokratikleştirilmesi biçimindeki iflas etmiş perspektifin bir tekrarıdır. Gerçekte Türk burjuvazisi, demokratik bir rejim kurma konusunda Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923’tekinden nesnel olarak çok daha aciz durumdadır ve buna karşıdır. Aynı yapısal acizlik ve karşıdevrimci sınıfsal konum, Kürt burjuvazisi için de geçerlidir.
Vladimir Lenin ile birlikte 1917 Ekim Devrimi’ne önderlik eden Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, geç kapitalist gelişmeye sahip ülkelerde burjuvazi, işçi sınıfından gelen artan tehdit karşısında emperyalizmden bağımsızlığı sağlama ve demokratik bir rejim kurma gibi burjuva demokratik devrimin temel görevlerini çözmekten acizdir. Bu görevler, burjuvazinin egemenliği doğrultusunda tüm ezme-ezilme ilişkilerini yeniden üreten kapitalist sistemi ve ulusal sınırları ortadan kaldırabilecek tek toplumsal güç olan uluslararası işçi sınıfına düşmektedir.
Bugün Türk ve Kürt burjuvazileri emperyalizme binlerce bağ ile bağlanmıştır ve işçi sınıfının sosyalist devrim tehdidine yüzyıl öncesini gölgede bırakacak kadar düşmandır. Dahası, yüzyıl önce Kürt sorununu demokratik yolla çözmekten aciz olan Türk burjuvazisi, Kürt burjuvaziyle ne tür bir anlaşma sağlanırsa sağlansın, Ortadoğu’da haritaları yeniden çizmeye yönelik emperyalist yeniden paylaşım savaşı koşullarında, ülke içindeki büyük Kürt nüfusunu her zaman “ayrılıkçı bir tehdit” olarak görme eğiliminde olacaktır.
İşçiler ve gençler binlerce yaşama mal olan, işçi sınıfını etnik temelde bölmeye hizmet eden ve devletin demokratik hakları bastırmak için bahane olarak kullandığı kanlı bir savaşın sona ermesini memnuniyetle karşılayacaktır. Bununla birlikte, PKK’yi kendini feshetmeye götüren sürecin altında yatan temellerin ve “demokrasi ve barış” iddialarının sahteliğinin açığa çıkarılması şarttır.
Ankara ile PKK’nin demokrasiyi ve barışı sağlama iddiaları, Türkiye’de temel demokratik hakları ortadan kaldıran bir başkanlık diktatörlüğünün sağlamlaştırıldığı ve Ortadoğu’da Gazze soykırımının tırmandığı koşullarda gelmektedir. ABD’de Trump’ın iktidara dönmesiyle hızlanan bu eğilimler, kapitalist sistemin krizinden kaynaklanan küresel olgulardır. Halen binlerce siyasi mahpus hapistedir, son aylarda DEM Parti’nin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) seçilmiş belediye başkanları görevden alınıp tutuklanmıştır ve milyonlarca insanın seçme ve seçilme hakkı gasp edilmiştir.
CHP’li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Ankara ile PKK arasındaki “barış ve demokrasi” müzakerelerinin ortasında, siyasi bir tutuklama operasyonunun en öne çıkan örneği olmuş ve gözaltına alınması ülke genelinde kitlesel protestolara yol açmıştır. Tutuklama gerektirmeyen “yolsuzluk” iddialarından gözaltına alınan İmamoğlu’nun hedef alınacağını, bizzat Erdoğan ima etmişti. Bunun ana nedeni, İmamoğlu’nun son cumhurbaşkanlığı anketlerinde Erdoğan’ın önünde çıkmasıydı.
Adil yargılanma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü gibi en temel demokratik hakları çiğneyen bir rejimin büyük bir demokratikleşmeye önderlik edebileceği iddiası, bir aldatmacadan başka bir şey değildir.
Dahası aynı rejim, Türk burjuvazisinin gerici çıkarları doğrultusunda, Ortadoğu’da ABD önderliğindeki emperyalist savaşlara derinlemesine bulaşmıştır ki Erdoğan hükümeti ile Öcalan-PKK arasındaki anlaşma çabasının anahtarı da burada yatmaktadır. PKK kongresinin sonuç bildirgesinde belirtildiği gibi: “3. Dünya Savaşı kapsamında Ortadoğu’da yaşanan güncel gelişmeler de Kürt-Türk ilişkilerini yeniden düzenlemeyi kaçınılmaz kılmaktadır.”
PKK’nin kendini feshetme kararı, tüm emperyalist güçlerin ve kapitalist devletlerin yirminci yüzyılın iki dünya savaşını gölgede bırakabilecek küresel bir emperyalist yeniden paylaşım savaşına hazırlandığı koşullarda alınmıştır.
ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tüm dünyayı nükleer bir çatışmanın eşiğine getirdi. Trump yönetimi hem Çin’i hem de kendi müttefiklerini hedef alan bir küresel fetih ve hegemonya programı ilan etti. ABD destekli İsrail’in Gazze’deki soykırımı, Trump’ın 2 milyondan fazla Filistinlinin tehcirine yönelik etnik temizlik planının hayata geçirilmesi ile derinleşiyor. Suriye’deki rejim değişikliği, ülkedeki işgalci müttefikler Türkiye ile İsrail’i ve çeşitli güçleri karşı karşıya getirecek yeni bir çatışma potansiyeline sahip.
Daha önce, Öcalan’ın Şubat sonundaki çağrısı üzerine Middle East Eye’daki bir yorumda “Ankara’daki pek çok kişi, hükümetin Öcalan’la görüşmelere başlama motivasyonunun İsrail ile İran arasında tırmanan bölgesel gerilimle bağlantılı olduğuna inanıyor,” diye belirtilmişti.
Ortadoğu’da özellikle İran’ı ve müttefiklerini hedef alan emperyalist hakimiyet planlarında ABD, İsrail’i mızrak başı olarak kullanıyor. İsrail Suriye’de işgalini genişletir ve yeni Şam rejiminin askeri altyapısına hava saldırıları düzenlerken, Suriye’nin kuzeybatısını işgal eden ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) rejimiyle sıkı bağları bulunan müttefiki Türkiye ile rekabeti de keskinleşti.
İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Sa’ar’ın Suriye’deki Kürtleri “doğal müttefik” ilan etmesi, Ankara’nın kaygılarını daha da artırdı. Suriye’de ABD kuvvetleri ile ittifak halinde bulunan Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri (YPG), PKK’nin kardeş örgütü Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı. Ankara, Suriye’de fiili bir özerk yönetime önderlik eden YPG güçlerini HTŞ ile anlaşmaya vararak Suriye ordusunun bir parçası yapmaya ve özerk yapıya son vermeye çalışıyor.
İşte bu ortam, Ankara ile PKK anlaşmasının başlıca şekillendiricisidir. Erdoğan sürecin başında, geçtiğimiz Ekim ayında şu ifadeleri kullanmıştı: “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz.”
Her ikisi de ABD müttefiki olan Türk ve Kürt seçkinleri arasında sağlanacak bir anlaşma, ABD’nin emperyalist hakimiyet planları açısından memnuniyetle karşılanmaktadır. Artık Washington’ın odaklanması gereken asıl konu, İsrail ile Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD emperyalizmi önderliğinde özellikle İran’a ve müttefiklerine karşı aynı hizaya gelmesini sağlamak olacaktır.
Türk ve Kürt işçileri ve gençleri, demokrasi ve barış özlemlerini gerici çıkarları doğrultusunda istismar eden emperyalist güçlere ve onların kapitalist vekillerine karşı kendi bağımsız ve birleşik stratejilerini geliştirmeliler.
Kürt halkının ezilmesine son vermenin ve demokratik haklarını kazanmasının yolu, Filistin’deki soykırımın ve Ortadoğu’daki emperyalist savaşın sona erdirilmesinden geçmektedir. Emperyalizme ve kapitalist ulus devletlere karşı Ortadoğu Sosyalist Federasyonu uğruna bu mücadelede bölge işçilerinin müttefiki, Amerikan, Avrupa ve uluslararası işçi sınıfıdır.