ABD Başkanı Donald Trump Şubat ayında, “ABD’nin Gazze Şeridi’ni ele geçireceğini”, kalan binaları “yerle bir edeceğini” ve Filistinli nüfusu “başka ülkelere” nakledeceğini ilan etmişti. O dönemde hem Amerikan hem de dünya medyası Trump’ın planını gerçekleşme ihtimali olmayan “uçuk” bir plan olarak değerlendirmişti.
İsrail hükümeti ise Trump’ın planına büyük bir ciddiyetle yaklaştı. Başbakan Binyamin Netanyahu, Trump’ın etnik temizlikten geçirilmiş bir Gazze için ortaya koyduğu “cesur vizyon”u övdü. Trump ise geçen ay Washington’daki bir toplantı sırasında “Bunun üzerinde çalışıyoruz,” dedi.
Netanyahu hükümeti 5 Mayıs Pazartesi günü Gazze’de etnik temizliğin nihai aşamasının başladığını fiilen ilan etti. Plan, Gazze Şeridi’nin tamamının askeri olarak işgal edilmesini ve halkın çölde zorla yürütülmesinin ya da deniz yoluyla tehcir edilmesinin bir başlangıcı olarak, silahlı muhafızlar altında toplama kamplarında topluca hapsedilmesini içeriyor.
Bu toplama kamplarında ABD’li özel güvenlik personelleri çalıştırılacak ve İsrail Savunma Kuvvetleri açlık tayınlarının dağıtımını denetleyecek. Reuters’in bu hafta yayımladığı bir habere göre, ABD ve İsrail, Gazze’yi yönetmek üzere ABD’li bir yetkilinin başkanlığında bir “geçiş hükümeti” kurulmasını aktif olarak tartışıyor.
Netanyahu, Nazilerin Avrupa’daki Yahudilere yönelik soykırımını ifade eden “nihai çözüm” terimini adeta tekrarlayarak, “Son hamleleri başlatmanın zamanı geldi,” dedi. Ertesi gün Maliye Bakanı Bezalel Smotriç, İsrail hükümetinin planının ne anlama geldiğini şöyle açıkladı:
Bir yıl içinde, ... Gazze tamamen yok edilecek, siviller ... güneye, insani bir bölgeye gönderilecek ... ve oradan çok sayıda üçüncü ülkeye gitmeye başlayacaklar.
Filistin halkının zorla yerinden edilmesi, topluca aç bırakma yoluyla gerçekleştirilecek. Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in açıkça ifade ettiği gibi, “Ne [İsrail ordusu] ne de sivil toplum tarafından elektrik ve başka hiçbir yardıma izin verilmemelidir.”
İsrail 2 Mart’ta Gazze Şeridi’ne giren tüm gıda, su ve elektriğe tam bir abluka başlattı. Bunun sonucunda Gazze’deki aşevlerinin büyük çoğunluğu malzeme yetersizliği nedeniyle kapanmak zorunda kaldı ve akut yetersiz beslenme vakaları yüzde 80’den fazla arttı. Tamamen insan kaynaklı bir kıtlığın kurbanları olan bir deri bir kemik kalmış, açlıktan ölmek üzere olan çocuklara ait yürek parçalayıcı görüntüler dolaşıma girdi.
Euro-Med İnsan Hakları Gözlemevi Hukuk Departmanı Direktörü Lama Bastami’nin açıkladığı gibi:
Gazze’deki açlık suçu tam yetkiyle ve güpegündüz işlenmektedir; bunu kanıtlamak için soruşturma komitelerine ya da yargı kararlarına gerek yok. İsrail’in iki aydan uzun bir süredir harap olmuş Şerit’e tüm geçişleri kapattığını, gıda, ilaç ve mal girişini tamamen yasakladığını belirtmek yeter. Bu, İsrailli yetkililer tarafından hesap verme korkusu olmadan açıkça kabul edilen, iyi bilinen bir gerçektir. Gazze, işlenen suçun dehşetinin inkâr edilemez kanıtlarıyla doludur: bir deri bir kemik kalmış yetişkin ve çocuk bedenleri, her gün yardım mutfaklarında sıraya giren on binlerce kişi ve açlık, yetersiz beslenme ve buna bağlı hastalıklardan dolayı artan ölü sayısı.
İki milyonluk bir nüfusun kasıtlı olarak aç bırakılması sadece Trump yönetiminin değil Demokratik Parti’nin de tam desteğiyle gerçekleştiriliyor. Nisan ayında Senato’daki Demokratlar ezici bir çoğunlukla ABD’nin İsrail’e silah sevkiyatına herhangi bir kısıtlama getirilmesine karşı oy kullandılar.
Sık sık Netanyahu hükümetinin eleştirmeni olarak sunulan Bernie Sanders, defalarca “İsrail’in kendini savunma hakkı olduğunu” ilan etti. Gazze’de bir soykırım yaşandığını reddeden Sanders, Şubat ayında “Ne soykırımı? Bu kelime konusunda dikkatli olmalısınız,” diyordu.
Bu hafta, Nazi Almanya’sının teslim olmasıyla Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin 80. yıldönümü. İlerleyen ve Doğu Avrupa’daki toplama kamplarını kurtaran Kızıl Ordu, gizlice yapılan ve altı milyon Avrupalı Yahudi’nin öldürüldüğü bir toplu imha harekâtının ezici kanıtlarını ortaya çıkarmıştı.
Nürnberg Mahkemesi’nde Nazi liderlerinin yargılanması davasını açan Yargıç Robert Jackson, Üçüncü Reich’ın suçlarının “öylesine hesaplanmış, öylesine kötücül ve öylesine yıkıcı olduğunu, uygarlığın bunların görmezden gelinmesine tahammül edemeyeceğini, çünkü bunların tekrarlanmasına dayanamayacağını” ilan etti.
İnkâr edilemez gerçek şu ki, benzer suçlar bir kez daha işleniyor – bu kez tüm dünyanın gözleri önünde. Vahşetlerinin boyutlarını gizlemeye çalışan Nazilerin aksine, İsrail dünyanın gözleri önünde, yapacağını alenen yapıyor. Yine de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi sözde “uluslararası hukuk” kurumlarının hiçbiri, oy üstüne oy, karar üstüne karar vermelerine rağmen, bunu durdurabilmiş değil.
Son on yıllarda emperyalist güçler, Yugoslavya’nın bombalanmasından Ukrayna savaşında Rusya’nın kınanmasına kadar dünyanın dört bir yanındaki askeri müdahaleleri haklı çıkarmak için savaş suçu iddialarına başvurdular. Ancak bugün ABD, başkalarını suçladığı her şeyin çok ötesinde bir soykırıma ve etnik temizlik harekâtına açıkça destek veriyor. Tam bir cezasızlıkla, alenen suç teşkil eden bir politika izliyor.
ABD ve İsrail’in etnik temizlik ve kitlesel açlığı açıkça benimsemesi, Gazze soykırımına karşı protestolara “antisemitizm”in yön verdiği iddiasını yalan olduğunu açığa çıkarmıştır. Bu korkunç yalan, polis tarafından saldırıya uğrayan ve topluca gözaltına alnan protestocuları kriminalize etmek için kullanıldı. Öğrenci vizesi sahipleri göçmenlik tesislerinde kaybedildi ve ülke dışına çıkmaya zorlandı.
Gazze soykırımı bir buçuk yıldır devam ediyor. Bu süre zarfında milyonlarca insan Netanyahu hükümetinin ve onun emperyalist destekçilerinin suç teşkil eden eylemlerini protesto etti. Bu protestolar, katılımcılarının yürekten arzularına rağmen, izlenen politikayı değiştirmekte başarısız oldu.
Bundan belirli dersler çıkarılmalıdır. Gazze soykırımı, yanlış politika tercihlerinin neden olduğu tesadüfi bir olay değildir. Bu soykırım; emperyalist savaşın küresel patlamasının bir parçası olarak kasıtlı açlık, etnik temizlik ve kitlesel katliamın emperyalist güçler tarafından açıkça benimsenmesini temsil etmektedir.
Bu, Netanyahu’nun eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’dan ödünç aldığı terimle, emperyalist tahakküm altında bir “yeni Ortadoğu” yaratılmasının bir parçasıdır. Bu da ABD’nin Çin’e karşı savaş hazırlıklarının merkezi bir bileşenidir.
Gazze soykırımı sadece dış politikada değil, iç politikada da bir emsal teşkil etmektedir. Trump yönetimi, dünya çapındaki hükümetlerle birlikte, Netanyahu hükümetinin toplu katliam, hapsetme, işkence ve dizginsiz vahşet stratejisini kendi iç politikaları için bir model olarak görmektedir.
Yeni bir strateji gerekiyor. Son aylarda milyonlarca kişi Trump yönetiminin işçi sınıfının sosyal ve demokratik haklarına yönelik saldırılarına karşı kitlesel protestolara katıldı. Yönetimin 100.000’den fazla federal işçiyi topluca işten çıkarmasına, Sosyal Güvenlik’e saldırmasına, kamusal eğitimi tasfiye etmesine ve ülke genelinde istihdamı ve yaşam standartlarını tahrip etme tehdidinde bulunan küresel bir ticaret savaşını körüklemesine karşı büyük bir muhalefet var.
İşçi sınıfının sosyal ve ekonomik haklarını savunma mücadelesi, emperyalist savaş ve barbarlığa karşı mücadele ile birleştirilmelidir. Bu, işçi sınıfının seferber edilmesini, Gazze soykırımına karşı mücadele ile işçi sınıfının sosyal haklarının savunulmasının birleştirilmesini gerektirmektedir.
Dünya Sosyalist Web Sitesi yazarı Jean Shaoul’un bu yılki Uluslararası 1 Mayıs toplantısında belirttiği gibi, “Milyonlarca kişi Filistinlileri savunmak için yürüdü ve toplandı. Ancak Filistinliler, herhangi bir emperyalist güce veya kapitalist hükümete ahlaki çağrılarda bulunarak savunulamaz. İşçi sınıfına ve sınıf mücadelesinin yöntem ve politikalarına dönülmesi gerekiyor.”
Gazze soykırımının durdurulması, uluslararası işçi sınıfının kapitalizme karşı ve sosyalizm uğruna yürüttüğü siyasi hücum ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.