DEM Parti heyetinin Öcalan ile görüşmesi neye işaret ediyor?

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekilleri Sırrı Süreyya Önder ile Pervin Buldan 28 Aralık’ta 1999’dan beri hapiste olan Kürdistan İşçi Partisi (PKK) lideri Abdullah Öcalan ile görüştü. Bu tür son görüşmeler, kanlı bir çatışmanın yeniden başlamasıyla sona ermeden önce 2013-2015 arasında yapılmıştı.

Türkiye ile 40 yıldır bastırmaya çalıştığı PKK arasında yeniden gündeme gelen müzakereler, esas olarak İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırım ile tırmanan Ortadoğu’daki savaşın, Suriye’deki paylaşım mücadelesinin ve ABD emperyalizminin bölgeyi yeniden şekillendirme çabalarının bir parçasıdır.  

Heyet tarafından yapılan açıklamada Öcalan ile görüşmede “Ortadoğu ve Türkiye’de yaşanan son gelişmelerin değerlendirildiği” ifade edildi. Ardından Öcalan’ın değerlendirmeleri onun ağzından şu sözlerle aktarıldı:

“Türk-Kürt kardeşliğini yeniden güçlendirmek tarihi bir sorumluluk olduğu kadar tüm halklar için de kader belirleyici bir önem ve aciliyet kazanmıştır… Gazze ve Suriye’de yaşanan hadiseler göstermiştir ki, dışarıdan müdahalelerle kangrenleştirilmeye çalışılan bu sorunun çözümü artık ertelenemez bir hal almıştır… Sayın Bahçeli’nin ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği yeni paradigmaya, ben de pozitif anlamda gerekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim… Devir Türkiye ve bölge için barış, demokrasi ve kardeşlik devridir.”

Bu ifadeler ve heyette yer alan Buldan’ın daha sonra X’te yaptığı “Sürecin hassasiyeti nedeniyle, bir olgunluğa ulaşana kadar basına açıklama yapmayacağız,” açıklaması halktan gizli pazarlıkların devam ettiğini göstermektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi lideri Devlet Bahçeli, Abdullah Öcalan ile görüşen DEM Parti heyetini karşılıyor. 2 Ocak 2025, Ankara. [Photo by DEMGenelMerkezi/X]

DEM Parti’nin aynı heyeti 2 Ocak’ta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderlik ettiği “Cumhur İttifakı”nın parçası olan faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli ile görüştü. Basına kapalı görüşmelere önümüzdeki hafta Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve meclisteki diğer partilerle devam edilecek.

Öcalan ile yeni müzakerelerin önü, Bahçeli’nin 22 Ekim’de yaptığı eşi görülmemiş çağrı ile açılmıştı. Bahçeli açıklamasında, “Şayet terörist başının [Öcalan’ın] tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun,” diye ilan etmiş ve eklemişti: “Terörün tamamen bittiğini ve örgütün [PKK] lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ’Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın.”

Dünya Sosyalist Web Sitesi, bu gelişmeyi analiz ederken, Türk egemen seçkinlerinin “barış ve demokrasi” iddialarının bir sahtekarlık olduğunu ve Ortadoğu’da tırmanan savaş karşısında ellerini güçlendirmeyi amaçladıklarını açıklamıştı.

Nitekim Bahçeli’nin açıklaması ile aynı günlerde Erdoğan sürece ilişkin “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Türkiye ortak paydasında 85 milyon olarak bir araya gelelim istiyoruz,” diye konuştu.

Bahçeli’nin yeni yıl mesajı da Türk egemen seçkinlerinin yaklaşımını özetliyor. Bahçeli, Öcalan ile DEM Parti heyeti arasındaki görüşmeler “demokrasiyi, Türk-Kürt kardeşliğine bağlanan umutları nispeten takviye etmekle kalmamış hayırlı bir başlangıcın ivmesi olmuştur” iddiasında bulunurken, bu süreçte Kürt halkının bastırılan siyasi ve kültürel haklarına yer olmadığını şu sözlerle ifade etti: “Ortada yeni bir çözüm veya açılım diye bir süreç hiç yoktur. Olan ve olması gereken milli beka ve gelecek adına muhataplarının aktif, önşartsız, hesapsız, hilesiz, güven veren ve hasbi şekilde devreye girmesidir.”

Ankara bir yandan Öcalan’ın inisiyatifi ile PKK’nin silah bırakmasını diğer yandan da Suriye’de ABD destekli Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri (YPG) önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) tasfiyesini istiyor. SDG, Suriye’de “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adlı fiili bir oluşuma önderlik ediyor.

Kürt halkının Türkiye, Suriye, İran ve Irak’taki varlığı nedeniyle doğası gereği uluslararası bir sorun olan Kürt meselesi, özellikle ABD’nin 2003’te Irak’ı istilası ve 2011’de Suriye’de başlattığı rejim değişikliği savaşıyla Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline geldi.

Erdoğan’ın PKK ile 2009 yılında başlattığı “barış süreci”, ABD ve Avrupalı güçlerin onayıyla, bu gelişen yağma savaşının parçası olan bir girişimdi. ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşında Kürt milislerini başlıca vekil gücü haline getirmesi ve bölgede YPG önderliğinde bir ön devletin ortaya çıkması üzerine Erdoğan bu süreci 2015 yılında sonlandırmış ve hem Türkiye’de hem de Suriye’de Kürt güçlere karşı şiddetli bir saldırı başlatmıştı.

Suriye’deki bir Kürt devletinin Türkiye’de de benzer girişimleri teşvik edeceğinden endişe duyan Ankara, Kürt güçlerin kontrolünde birleşik bir bölgenin oluşmasını engellemek üzere İslamcı vekilleriyle birlikte Suriye’nin kuzeyine çok sayıda askeri harekât düzenledi ve geniş bir bölgeyi işgal etti.

Yeni müzakereler ise Suriye’deki rejim değişikliğinin ve İran’a karşı savaş hazırlıklarının ortasında geldi. Geçtiğimiz ay El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) önderliğindeki güçler İran ve Rusya destekli Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirdi. Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) da bu süreçte ABD destekli Kürt güçlere yönelik operasyon başlattı.

SMO Tel Rıfat ve Münbiç’i SDG’den alarak Fırat Nehri’nin doğusuna yöneldi. Ancak ABD’nin yaptırım tehditleriyle araya girmesi ve özellikle Kobani’ye asker konuşlandırması ile Türkiye destekli SMO’nun saldırısı şimdilik durmuş gözüküyor. Diğer yandan Ankara, HTŞ üzerindeki etkisini kullanarak Kürt güçlerin herhangi bir statü elde etmeden tasfiye olmasını ve Şam yönetimine tabi olmasını dayatmaya çabalıyor.

Ne var ki Suriye ve genel olarak Ortadoğu’daki paylaşım mücadelesinde belirleyici güç, ABD emperyalizmidir. Washington HTŞ yönetimini kendi kontrolü altına almaya çalışırken IŞİD ile mücadele bahanesi altında hem Suriye’deki varlığını korumada hem de İran’a karşı savaşta SDG’yi ana vekil gücü olarak görüyor. ABD ülkedeki askeri personel sayısını 900’den 2.000’e çıkardı ve Suriye’ye yaptırımları 2029’a kadar uzattı.

Dahası, ABD’nin Ortadoğu’daki mızrak başı İsrail, Suriye’nin güneyindeki işgalini genişletirken, Kürt önderliğini ülkedeki başlıca müttefiki ilan etmiş durumda. PKK’nin kardeş örgütü Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) eski eş başkanı Salih Müslim de İsrail’le ittifaka olumlu baktıklarını ilan etti.

Devam eden hava saldırılarıyla Suriye’nin askeri savunma kapasitesini ve altyapısını büyük ölçüde çökerten İsrail, Suriye’deki işgalini genişletmesinin bahanesi olarak ve kendisine tabi uysal bir rejim dayatmak için HTŞ ile arasına mesafe koyuyor ve Türkiye ile çatışan çıkarlarına dikkat çekiyor.

İsrail Dışişleri Bakanı Gideon Saar “Suriye’deki yeni rejim terörist bir çetedir… Suriye’deki durum güven vermiyor. Sahil kasabalarında çatışmalar var, Erdoğan’ın Kürtlerin özerkliğini ortadan kaldırmaya yönelik açık tehditleri var, Hıristiyanlara yönelik tacizler var ve bu rejim tüm Suriye’yi kontrol etmek isteyen İslamcı bir rejimdir,” dedi.

HTŞ Suriye’deki silahlı grupların tasfiye olarak merkezi orduya bağlanması kararı alırken SDG önderliğindeki özerk yönetimin ve silahlı kuvvetlerin ne olacağı belirsizliğini koruyor. Kürt güçler, enerji kaynaklarının ve tahıl ambarlarının büyük kısmını kapsayacak şekilde ülke topraklarının yaklaşık yüzde 40’ını elinde tutuyor. ABD askerleri ve üsleri bu bölgede bulunuyor.

SDG Genel Komutanlığı’ndan bir heyet geçtiğimiz Pazartesi günü Şam’da HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani ile bir araya geldi. Demokratik Suriye Meclisi Washington Temsilciliği Başkanı Bessam İshak, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, SDG’nin Şam’daki toplantılarında “sadece askeri konuların ele alındığını ve koordinasyon mekanizması ile ortak meselelerin görüşüldüğünü” söyledi.

ABD emperyalizminin ve İsrail ve Türkiye dahil bölgesel müttefiklerinin ve vekillerinin Suriye ve Ortadoğu’daki kaynaklar, enerji yolları ve nüfuz üzerine gerici paylaşım mücadelesinin ve İran’a karşı savaş gündeminin bir parçası olan müzakerelerin herhangi bir yerde barış ve demokrasi getireceği iddiası bir aldatmacadan ibarettir. Tüm güçler, barış söylemleriyle emekçi kitleleri ölüme gönderecekleri yeni savaşlara hazırlanmaktadır.

Kürt sorunun demokratik çözümü ve Ortadoğu’da tırmanan soykırımın ve savaşın sona erdirilmesi, uluslararası işçi sınıfının emperyalist güçlere ve onların burjuva vekillerine karşı iktidarı almak üzere savaş karşıtı, sosyalist bir program temelinde birleştirilip seferber edilmesinden geçmektedir.  

Loading