2024’te sinema, televizyon ve siyaset

Olaylı bir yıldı ve önümüzdeki yıl daha da olaylı olacak. Emperyalizm, Gazze’de ve genel olarak Ortadoğu’da devam eden kitlesel katliamlarıyla ve nükleer silahlı bir güç olan Rusya ile savaş koşulları yaratmayı amaçlayan amansız provokasyonlarıyla, 2024’te “kırmızı çizgileri” sildi. ABD’de Donald Trump “diktatörlük” vaat ederek iktidara geri dönmek üzere.

Otoriter rejime ve militarizme yöneliş dünya nüfusunu ciddi şekilde tehlikeye atıyor ama bu aynı zamanda kendisini yalıtılmış ve kuşatılmış hisseden burjuvazinin zayıflığını ve korkusunu yansıtıyor. Yoğun toplumsal gericilik ve en uğursuz, faşizan güçlerin cesaretlendirilmesi, can çekişen bir sistemin kendini savunmak için başvurduğu umutsuz bir yoldur.

No Other Land [Photo]

ABD’de siyasi yaşam artık büyük ölçüde birbiri ardına yaşanan şoklardan oluşuyor. Bu, birkaç on yıl önce hayal bile edilemezdi. COVID-19 pandemisi, kitlesel ölüm ve trajediden ekonomik ve başka türlü kazanç elde eden en bencil, kötü niyetli, anti-demokratik unsurların yükselişini teşvik ederek buna bizzat katkıda bulundu. Egemen sınıf, sanki eylemlerinin hiçbir sonucu yokmuş gibi en pervasız şekilde hareket ediyor.

Oysa bunların sonuçları vardır; bunlar kitlelerin görüşlerini de etkilemektedir. United Healthcare CEO’su Brian Thompson’ın öldürülmesine verilen tepki bunun bir örneğidir. Olay, kâr amaçlı sağlık sistemine ve genel olarak büyük şirketlere karşı kitlesel bir öfke patlamasına yol açtı.

Kaygılı bir yorum, geçtiğimiz yüzyıl boyunca Amerikan şirket seçkinlerinin başlıca organlarından biri olan Harvard Business Review gibi prestijli ve saygın bir kaynakta yer alması nedeniyle özellikle dikkat çekicidir. Thompson’ın öldürülmesine verilen tepkiyle ilgili makalede şunlar belirtiliyor:

Tüketicilerin, çalışanların ve toplumun şirketlere yönelik hayal kırıklığı öfkeye dönüşmüş görünüyor. Yavaş yavaş ‘sana güvenmiyorum’ dünyasından ‘senden nefret ediyorum’ dünyasına geçtik ve Amerikan halkının geniş bir kesimi artık kapitalizme ve kapitalistlere karşı büyük bir antipati duyuyor. Son zamanlarda yayınlanan istatistikler, bu hayal kırıklıklarının öfkeye dönüştüğünün kanıtıdır. Pew Research’e göre, kapitalizme olumsuz bakan Amerikalıların oranı Mayıs 2019’da %33 iken, Ağustos 2022’de %39’a yükseldi; Just Capital’in anketleri daha genç, daha yoksul ve beyaz olmayan insanların mevcut ekonomik sistemimize daha da karamsar baktığını gösteriyor. Gallup’un 2024 yılında yaptığı bir ankete göre, Amerikalıların sadece %16’sı büyük şirketlere ‘büyük ölçüde’ ya da ‘oldukça fazla’ güven duyduğunu söylüyor. 2001 yılında bu oran %28’di. Ve şirket liderleri (yöneticiler, müdürler ve hissedarlar) ile müşterilerinin ve çalışanlarının inandıkları arasında endişe verici bir kopukluk var.

Dikkat çekici bir şekilde, ABD’nin en prestijli ekonomi dergisi “Amerikan halkının geniş bir kesiminin artık kapitalizme ve kapitalistlere karşı büyük bir antipati duyduğunu” kabul ediyor.

Paradise [Photo]

Lev Troçki’nin Birinci Dünya Savaşı’nın işçi sınıfının düşüncesi üzerindeki etkisi hakkındaki yorumları dikkate değerdir.

Troçki “İşçi sınıfının öncüleri teoride gücün hakkın anası olduğunu bilseler de, siyasi düşüncelerine tamamen oportünizm ve burjuva yasalcılığına uyum ruhu sinmişti,” diyor ve şöyle devam ediyordu:

Şimdi [işçiler] gerçeklerin öğretisiyle bu yasalcılığı hor görmeyi ve onu yıkmayı öğreniyorlar. Artık psikolojilerindeki statik güçlerin yerini dinamik güçler alıyor. Büyük silahlar, bir engelin etrafından dolaşmak imkansızsa, onu yok etmenin mümkün olduğu fikrini kafalarına çakıyor. ... Demirden zorunluluk şimdi burjuva toplumunun tüm kurallarına, yasalarına, ahlakına, dinine yumruk sallıyor. Alman Şansölyesi 4 Ağustos’ta [1914] ‘Zorunluluk yasa tanımaz,’ diye buyurdu. Hükümdarlar kamuya açık yerlerde dolaşıp birbirlerine pazar kadınlarının diliyle yalancı diyorlar; hükümetler ciddiyetle kabul ettikleri yükümlülüklerini reddediyorlar.

Troçki şöyle sürdürmüştü:

Tüm bu koşulların işçi sınıfının zihinsel tutumunda köklü bir değişiklik yaratması, onları siyasi durgunluk döneminin kendini ifade ettiği yasalcılık hipnozundan kökten kurtarması gerektiği açık değil mi?

Mülk sahibi sınıflar, şaşkınlıklarına rağmen, yakında bu değişimi tanımak zorunda kalacaklar. Savaş okulundan geçmiş bir işçi sınıfı, kendi ülkesinde ilk ciddi engelle karşılaştığı anda, güç dilini kullanma ihtiyacı hissedecektir. Burjuva hukukunun emriyle kendilerine engel olunmaya çalışıldığında, işçiler ‘Zorunluluk yasa tanımaz,’ diye haykıracaklardır.

Şimdi, zenginlere, bankalara ve büyük şirketlere karşı düşmanlığın yaygın olduğu ABD’de zaten patlamaya hazır bir durumda, kendisini gururla ve küstahça milyarderlerin, oligarkların, yaygın olarak güvenilmeyen ve nefret edilen aynı unsurların hükümeti olarak ilan eden yeni bir ulusal hükümetle karşı karşıyayız.

Ripley [Photo]

Filmler ve televizyon dizileri bu karmaşık, sarsıcı süreçlere şimdiye kadar çok zayıf, çok yetersiz bir şekilde ses verdi. Sanatçıların yapması gereken çok şey var.

Amerikan film ve televizyon sektörü büyük bir kriz yaşıyor. Bir yandan başını kuma sokarak sosyo-politik çalkantılardan uzak durmak ve izleyicisini de yanına çekmek isterken, diğer yandan ekonomik ve teknolojik değişimler onu konsolide olmaya ve kâr elde etmek için dünya çapında yüz milyonlarca, hatta milyarlarca dolarlık gelir gerektiren mega projelere giderek daha fazla ağırlık vermeye itiyor. Yapay Zeka (AI) gibi, kapitalizm altında tüm sektörler için yıkım anlamına gelen olağanüstü bilimsel ilerlemelerin ortaya çıkmasıyla on binlerce iş kaybedildi ve çok daha fazlası tehdit altında.

Bir yorumcu yakın zamanda şunları kaydetti:

Hollywood stüdyoları 2024’ün ikinci çeyreğinde prodüksiyonlar için 11,3 milyar dolar harcadı; bu rakam 2022’nin aynı dönemine kıyasla %20’lik bir düşüşe işaret ediyor ve sektör faaliyetlerindeki gerilemeyi yansıtıyor. Küresel olarak, film ve televizyon prodüksiyon seviyeleri %20 azalırken, ABD’de grev öncesi seviyelere göre %40’lık daha keskin bir düşüş görüldü. Büyük Los Angeles Bölgesi, beş yıllık ortalamasına kıyasla çekim günlerinde %36,4’lük bir düşüş yaşadı ve bu da kilit sektörlerdeki prodüksiyon yavaşlamalarının yaygın etkisinin bir göstergesi oldu. (Entertainment Partners)

Variety’nin haberine göre bu yıl toplam film gelirlerinin

küresel çapta 30,5 milyar dolara ulaşması beklenmektedir; bu rakam 2023’e göre %10’dan fazla düşüş göstermiştir ki bu da pandemi öncesi seviyelerden yaklaşık %20 daha düşüktür. Sinema endüstrisinin genel kültür üzerindeki etkisinin daha da iyi bir göstergesi olan yurt içi gişe sayısının yaklaşık 800 milyona ulaşması bekleniyor. Buna karşılık, COVID film sektörünü altüst etmeden önce sinemalar yılda ortalama 1,3 milyar gişe yapıyordu.

Los Angeles Times’ta kısa süre önce yayımlanan bir makale, süregelen yavaşlama döneminde zor durumda kalan televizyon ve film sektörü kamera arkası çalışanlarının durumunu özetliyordu:

Stüdyolar bütçeleri kısarken ve istihdamı azaltırken, abone sayılarının azalmasıyla sıkışan yayın platformları zaten özgün programlardan geri çekilmişti. 2023 yazar ve oyuncu grevleri yavaşlamayı daha da derinleştirdi: Kâr amacı gütmeyen FilmLA’ya göre, Los Angeles’taki film ve TV prodüksiyonu 2024’ün üçüncü çeyreğinde bir önceki yılın aynı dönemine göre %5 daha düşük kaldı.

Los Angeles Times’a göre “duygusal yıkım sektörün geneline yayılmış durumda. Kamera arkası çalışanları arasında intiharların ölçülmesi zor ve birçok kişi bunların eksik rapor edildiğine inanıyor.” Ayrıca, yukarıda da belirtildiği gibi,

Yapay zeka ve sanal prodüksiyon alanındaki gelişmeler bu kaygıları artırıyor. Disney’in 2019 yapımı bilgisayar üretimi animasyonu The Lion King ve stüdyonun yakında vizyona girecek Snow White’ın yeniden yapımı gibi projelerde dijital ortamlar geleneksel setlerin yerini alarak tüm ekip departmanlarına olan ihtiyacı ortadan kaldırdı.

Stüdyo yöneticilerinin son kaygısı olan sanatsal açıdan sonuçlar şu anda kötü. Sinema salonları, birkaç on yıl önce büyük ölçüde çocuk filmi olarak kabul edilen süper kahraman ve animasyon filmleriyle dolu.

From Hilde, with Love [Photo]

Film yapımcılarının mevcut krizin somut karakterini ve sonuçlarını fark etmeleri beklenemez ancak sanatçılardan, her ne yolla olursa olsun, olaylar hakkında daha ciddi düşünmelerini ve yaşadıkları çağın doğasına yaklaşmalarını isteme hakkımız var.

“Peak TV”nin sona erdiğine ve senaryolu televizyon dizilerinin “Altın Çağı”nın yükselişine ve düşüşüne atıfta bulunan çeşitli yorumlar ortaya çıktı. Yapımlar azaldı ve en azından geçici olarak kalite de düştü. Netflix ve diğer yayın platformları Wall Street’in baskısı altında kârlılığı birinci öncelik haline getirdiler ve yöneticilerin ekonomik çaresizliği ve dar görüşlülüğü şu anda ortaya koydukları ikinci ve üçüncü sınıf “ürünlerden” anlaşılıyor.

Bu yılki listelerimizde ABD veya Britanya film sektöründen tek bir büyük yapım bile yer almadı. (Verena Nees ve Paul Bond aşağıdaki 2024 listelerine katkıda bulundu.)

2024’te ABD’deki sinema salonlarında (No Other Land örneğinde olduğu gibi çok kısa bir süre) oynayan filmler:

No Other Land (Basel Adra & Rachel Szor & Hamdan Ballal & Yuval Abraham)
Disco Boy (Giacomo Abbruzzese)
The Mother of All Lies (Asmae El Moudir)
Green Border (Agnieszka Holland)
The Goat Life (Blessy Ipe Thomas)
The Apprentice (Ali Abassi)
Art College 1994 (Liu Jian)
Wicked Little Letters (Thea Sharrock)

2024 yılında gösterilen filmler (dağıtıma girmemiş, festivallerde, televizyonlarda vb. gösterilen):

Paradise (Prasanna Vithanage)
To a Land Unknown (Mahdi Fleifel)
Riefenstahl (Andres Veiel)
Where Olive Trees Weep (Zaya ve Maurizio Benazzo)
H2: The Occupation Lab (Idit Avrahami ve Noam Sheizaf)
Julian Assange ve Savaşın Karanlık Sırları (Sarah Mabrouk, Can Dündar)
Guardians of the Formula (Dragan Bjelogrlić)
Bheed (Anubhav Sinha)
From Hilde, with Love (Andreas Dresen)
Johnny & Me—A Journey Through Time with John Heartfield (Katrin Rothe)
Leonardo (Ken Burns, Sarah Burns ve David McMahon)
Brother (Clement Virgo)

Televizyon:

Ripley (Steven Zaillian)
Leonardo (Ken Burns, Sarah Burns ve David McMahon)
Mr Bates vs The Post Office (James Strong yönetti, Gwyneth Hughes yazdı)
Wolf Hall: The Mirror and the Light (Peter Kosminsky yönetti, Peter Straughan yazdı)

*  *  *  *  *

Genç Karl Marx [Photo]

Yeni yüzyılın yaklaşık dörtte birini geride bıraktık. Aşağıdaki filmlerden herhangi birini büyük yapıtlar olarak nitelendirmek mümkün değil ancak aralarında kesinlikle çok iyi ve çarpıcı olanlar var:

A World Not Ours (Mahdi Fleifel)
Omar (Hany Abu-Assad)
Peterloo (Mike Leigh)
Platform (Jia Zhang-ke)
Waltz With Bashir, (Ari Folman)

Dikkat çeken diğer filmler:

Land of Plenty (Wim Wenders)
House of Mirth (Terence Davies)
Court (Chaitanya Tamhane)
99 Homes (Ramin Bahrani)
Colonia (Florian Gallenberger)
Sami Blood (Amanda Kernell)
The Mauritanian (Kevin Macdonald)
Directions (Stephan Komandarev)
Parasite (Bong Joon Ho)
A Separation (Asghar Farhadi)
Isle of Dogs (Wes Anderson)
Waiting for the Barbarians (Ciro Guerra)
Ahed’s Knee (Nadav Lapid)
Lost Illusions (Xavier Giannoli)
Tár (Todd Field)
Oppenheimer (Christopher Nolan)
Iraqi Odyssey (Samir)
J’accuse (Roman Polanski)
The Young Karl Marx  (Raoul Peck)
Lincoln (Steven Spielberg)
Free State of Jones (Gary Ross)

Peterloo [Photo]

*  *  *  *   *

Richard Phillips: 2024’ün en iyi sinema ve televizyon filmleri

Filmler

All We Imagine as Light (Payal Kapadia) – Hindistan
Paradise 
(Prasanna Vithanage) – Sri Lanka
Bheed 
(Anubhav Sinha) – Hindistan
Poor Things (Yorgos Lanthimos) – ABD
The Apprentice 
(Ali Abassi) ABD
From Hilde, with Love 
(Andreas Dresen) – Almanya
Perfect Days 
(Wim Wenders) – Almanya
Guardians of the Formula 
(Dragan Bjelogrlić) – Sırbistan
Coup de Chance (Woody Allen) – Fransa
Leonora Addio 
(Paolo Taviani) – İtalya
Io Capitano 
(Matteo Garrone) – İtalya
The Children’s Train 
(Cristina Comencini) – İtalya

Televizyon filmleri ve mini diziler
Wolf Hall: The Mirror and the Light 
(Peter Kosminsky yönetti, Peter Straughan yazdı) – Birleşik Krallık

Ripley (Steven Zaillian) – ABD
Deadloch 
(Ben Chessell, Gracie Otto, Beck Cole) – Avustralya

Where Olive Trees Weep [Photo]

Belgeseller
Where Olive Trees Weep (Zaya Benazzo, Maurizio Benazzo) – ABD
Leonardo (Ken Burns, Sarah Burns ve David McMahon) – ABD

Stefan Steinberg: 2024’ün Dikkate Değer Filmleri...

2024 yılına, dünya işçi sınıfı içindeki muhalefetin ayak seslerinin yanı sıra Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’da emperyalist savaşın ve siyasi gericiliğin yayılması damgasını vurdu.

Önde gelen emperyalist güçler, programlarını uygulamak için uysal ve kayıtsız bir şirket medyasına bel bağlarken, Batı destekli faşist İsrail hükümeti tarafından Gazze’de her gün işlenen vahşete karşı seslerini yükseltmeye cesaret eden sanatçıların, film ve kültür emekçilerinin gözünü korkutup sansürlemeye çalıştılar.

The Apprentice [Photo]

Almanya’da Sosyal Demokratların, Yeşillerin ve sahte solcuların, Siyonist zalimlerin ellerinde Filistinlilerin yıllarca çektikleri acıları çarpıcı bir şekilde anlatan No Other Land filmini çeken İsrailliler ve Filistinliler arasındaki işbirliğini önce görmezden gelmek, sonra da kınamak için yürüttükleri kampanya bu açıdan örnek teşkil etmektedir.

1. No Other Land ve bu listedeki diğer filmlerin çoğu WSWS web sitesinde değerlendirilmiştir.
2. The Apprentice
3. From Hilde, With Love
4. Riefenstahl
5. Julian Assange ve Savaşın Karanlık Sırları
6. Paradise
7. Small Things Like These – Film, İrlanda’da evlilik dışı doğan çocukları sömüren ve istismar eden Katolik rahibelerin acımasız düzenini anlatıyor - yönetmen Tim Mielants, senaryo Enda Walsh ve Claire Keegan’a ait (Keegan’ın romanından uyarlandı).

İki değerli belgesel:

Ken Burns, Sarah Burns ve David McMahon tarafından Rönesans sanatçısı Leonardo da Vinci üzerine hazırlanan iki bölümlük olağanüstü dizi (BBC iplayer’da mevcut) ve Undercover: Exposing the Far Right, Birleşik Krallık’ta Channel 4’te mevcut.

Son olarak, nükleer savaşın sonuçları konusunda uyarıda bulunan ve yakıcı gerçekliğe sahip eski bir filmi ve yeni bir tiyatro prodüksiyonunu özel olarak analım.

Yönetmen Mick Jackson ve senarist Barry Hines’ın televizyon filmi Threads, 1984 yılında kısıtlı bir bütçeyle çekildi. İran’a yönelik bir Amerikan saldırısının ardından dünya savaşının ve nükleer yıkımın hızla tırmanışını anlatıyor (BBC iplayer’da mevcut).

Şu anda Londra’da sahnelenen ve her zamankinden daha güncel olan Stanley Kubrick klasiği Dr. Strangelove’ın ilk tiyatro prodüksiyonu, suyun florlanmasını insan sağlığı için en büyük risk olarak gören savaş delisi bir Amerikalı generalin Sovyetler Birliği’ne yaptığı provokatif saldırının ardından meydana gelen nükleer imhayı konu alıyor.

Modern sinemanın krizi hakkında söylenebilecek çok şey var. Ancak 2024’teki filmleri incelerken, filmlere sürekli olarak “ürün” ve değerli “franchise”ların parçaları olarak atıfta bulunulması, oyuncuların da başarılı bir “franchise”ın parçası olmaktan gurur duyduklarını ifade etmeleri ve bu sefil “ürünlerin” çoğunun bankalar ve hedge fonlar tarafından finanse edilmesi oldukça sarsıcıydı.

Loading