Perspektif

Yeni asgari ücret: İşçi sınıfına savaş ilanı

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın Salı günü 2025 yılı asgari ücretini yüzde 30 artışla net 22.104 lira (630 ABD doları) olarak ilan etmesi, hükümetin işçi sınıfına açık bir savaş ilanıdır.

Mali sermayenin talepleri doğrultusunda atılan bu adım, hükümetin Suriye ve Ortadoğu’daki savaş hazırlıklarının işçi sınıfına ödetilmek istenen bedelidir.

Schneider Elektrik fabrikasında işçiler yasağa rağmen greve devam etti, 17 Aralık 2024, Manisa. [Photo by @BirlesikMetal/X]

Işıkhan, asgari ücreti açıklarken, “İşçi ve işveren temsilcilerimizin önerilerinin yanı sıra, makroekonomik ve konjonktürel dinamiklerini de değerlendirerek en dengeli seviye belirlenmeye çalışılmıştır,” dedi. 

Geçmiş yıllarda asgari ücreti bizzat açıklayan ve bunu siyasi bir şova dönüştüren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan X’te kısaca “hayırlı olsun” dedi ve ertesi gün “Çalışanlarımızı enflasyona ezdirmeme sözümüze sadık kaldık,” diye ekledi.

Bunun gerçekle en ufak bir ilgisi yoktur. Kasım itibarıyla Türkiye’de resmi yıllık enflasyon oranı yüzde 47 olurken bağımsız bir araştırma kuruluşu olan ENAG yıllık enflasyonu yüzde 86 olarak hesapladı. Dahası, Temmuz ayında asgari ücrete zam yapılmamış olması, milyonlarca asgari ücretlinin ve diğer işçilerin reel ücretlerini ciddi ölçüde eritmişti.

Türkiye’de kayıtlı işçilerin yaklaşık yarısının asgari ücret ve kayıt dışı milyonlarca işçinin ise çok daha düşük ücretler aldığı düşünüldüğünde, yeni asgari ücret işçilerin reel olarak daha da yoksullaşması anlamına gelmektedir.

İlan edilen asgari ücret, Kasım ayının sonunda Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) tarafından dört kişilik bir aile için hesaplanan açlık sınırı olan 20.652 liranın çok az üstünde ve yoksulluk sınırı olan 66.976 liranın oldukça altındadır.

Çarşamba günü bir basın açıklaması yapan Türk-İş konfederasyonu başkanı Ergün Atalay, yeni asgari ücrete tepki olarak “Adil olmayan bir komisyonda 50 sene durduk. Adil bir düzenleme yapılmadığı sürece asgari ücret tespit komisyonuna katılmayacağız,” dedi.  

Türk-İş’in imza törenine katılmaması ve Komisyon’da artık yer almayacağını ilan etmesi, işçilerin gözünde yitirdiği itibar kaybını gidermeyi ve toplumsal öfkeyi yatıştırmayı amaçlayan umutsuz bir çabadan başka bir şey değildir.

Gerçekte, işçi sınıfının on yıllardır hızlanarak devam eden yoksullaşması, sendika konfederasyonlarının şirketler ve hükümetle işbirliği olmadan mümkün olmazdı. Bu işbirliği, hükümet yanlısı Türk-İş ya da Hak-İş konfederasyonlarıyla sınırlı değildir.

Sözde “muhalif” Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) da bu sürecin bir parçasıdır. DİSK yaptığı açıklamada, “İktidar ve sermaye bir kez daha tek taraflı olarak asgari ücreti belirledi. Kimsenin inanmadığı resmi enflasyonun bile altındaki asgari ücret artışı ile milyonlarca işçi ve ailesi daha da yoksullaştı. İşçilerin temsili olarak dahi yer almadığı apar topar bir toplantı ile tebliğ edilen bu asgari ücret hükümsüzdür. İşçi sınıfı örgütlenerek, sendikalı olarak bu sefalet dayatmasını püskürtecektir,” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise hükümetin asgari ücret saldırısına yönelik toplumsal öfkeyi kendi arkasına kanalize etmek amacıyla görülmemiş ve istemeden kontrolünden çıkabilecek adımlar atıyor.

CHP lideri Özgür Özel “Emrivaki düzenlenen toplantıya katılmayan Türk-İş yönetimini tebrik ediyor, işçi sınıfını üretimden gelen gücünü kullanmaya davet ediyorum,” dedi. CHP, Cumartesi günü Ankara’da bir protesto mitingi düzenleyeceğini açıkladı.

DİSK ve CHP’nin açıklamaları da tamamıyla ikiyüzlüdür. CHP kendi yönetiminde olan belediyelerde işçilere sefalet ücretleri dayatmaktadır. İstanbul ve İzmir ilçe belediye işçilerinin mücadeleleri, DİSK’e bağlı Genel-İş sendikasının işbirliği ile kırılmıştır.

Ne burjuva düzen partileri ne de sendikalar işçiler için ileriye giden bir yol sunmaktadır. Burjuva muhalefet toplumsal öfkeyi siyasi bir kazanca dönüştürmeyi ve bir erken seçimle iktidara gelmeyi hedefliyor. Sendika bürokrasileri ise egemen sınıfın sertleşen saldırıları karşısında işçi sınıfını daha fazla kontrol altında tutamayacaklarının ve manevra alanlarının daraldığının farkında. Sendika konfederasyonları bir protesto, hatta bir genel grev çağrısı yapsa dahi işçiler onlara güvenmemeli ve ipleri kendi ellerine alarak harekete geçmelidir.

Asgari ücret zammı, aylar öncesinden bizzat Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından küresel piyasalara ve yatırımcılara verilen sözlerin uygulamaya geçirilmesidir. Aynı zamanda Erdoğan hükümetinin bütçe açıklarını finanse etmek için işçi sınıfına yönelik sosyal saldırılarını artırarak devam ettireceği yönündeki kararlılığını ifade etmektedir.

Bu küresel bir olgudur ve nükleer silahların kullanılacağı bir dünya savaşı riskini barındıran militarizmin tırmanışı ile doğrudan bağlantılıdır. ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tehlikeli bir tırmanma yaşar, Gazze soykırımının ortasında Ortadoğu’da savaş yayılır ve ABD Çin’e karşı savaş hazırlıklarını artırırken, tüm egemen seçkinler içeride işçi sınıfının sosyal koşullarına ve demokratik haklara yönelik saldırıları hızlandırıyorlar.

Bu yüzden Erdoğan hükümeti, 2025 yılında savunma ve güvenlik sektörüne rekor bütçe ayıracağını açıkladı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın açıklamasına göre toplamda savunma ve güvenlik sektörü için 2025 yılında 1 trilyon 608 milyar lira ödenek tahsis edilecek. Yani asgari ücret artışı yalnızca yüzde 30 iken, savunma ve güvenlik sektörüne ayrılan bütçe yüzde 80 oranında artırılıyor.

Militarizme yapılan harcamalar, egemen sınıfın ülke dışındaki çıkarlarını ilerletme amacının yanı sıra “içerideki düşman”a, yani işçi sınıfına karşı devletin güvenlik aygıtının sağlamlaştırılmasını ifade ediyor. Bunun bedeli işçi sınıfına ödettiriliyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kasım ayı bütçe gerçekleşmeleri raporuna göre, şirketlerden toplanan vergi bu yılın Ocak-Kasım döneminde, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 13,5 artarken, ücretli çalışanlardan topladığı vergi yüzde 119,8 arttı. 

İşçi sınıfına karşı sürdürülen bu savaş, sadece yaşam ve çalışma koşullarını değil, doğrudan hayatlarını da hedef alıyor. İşçilerin sadece emek güçlerinin değil ama hayatlarının da ucuz olduğunu gösteren iş cinayetlerine Salı günü bir yenisi daha eklendi. Balıkesir’de madenlerde kullanılmak üzere sivil patlayıcı üretilen bir fabrikada meydana gelen patlama nedeniyle 11 işçi öldü ve 7 işçi yaralandı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporlarına göre bu yılın ilk 11 ayında Türkiye’de en az 1.708 işçi iş cinayetine kurban gitti.

Militarizmin tırmanışı ve içeride ise işçi sınıfının sosyal koşullarına açılan savaş ile demokratik hakların ortadan kaldırılması ve otoriter bir rejim inşası el ele gitmektedir.

13 Aralık’ta Erdoğan, metal işçilerin grevini “milli güvenliği bozucu” olduğu gerekçesiyle yasakladı ancak işçiler buna meydan okuyarak grevi sürdürdüler. Erdoğan’ın “iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz” açıklaması yapmasının ardından birçok Kürt belediye başkanı anayasaya aykırı bir şekilde görevinden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Gazze soykırımının ortasında Türkiye’nin İsrail’in savaş makinesini beslemesi nedeniyle Erdoğan’ı protesto edenler şiddetle gözaltına alınıp kötü muamele gördüler. Son olarak Sosyalist Emekçiler Partisi’nin genel başkanı dahil çok sayıda üyesi bir “terör örgütü” icat edilerek gözaltına alındı ve böylece sol siyasi faaliyete “terör” muamelesi yapılacağının işareti verildi.

İşçiler, kapitalist sistemin derinleşen krizinden kaynaklanan bu uluslararası saldırıya, kendi uluslararası stratejilerini ve partilerini geliştirerek karşı koymalıdır. Bu mücadele, kapitalist düzen partilerinden ve şirket yanlısı sendikal aygıttan bağımsız ve onlara karşı yürütülmelidir. Böylesi bir uluslararası devrimci strateji ve örgütlenme ileri süren tek siyasi eğilim, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’dir (DEUK).

Lev Troçki, 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesi olan Geçiş Programı’nda şöyle yazmıştı:

Dördüncü Enternasyonal, kapitalistlerin militarizmin, krizin, para sisteminin düzensizliğinin ve kapitalizmin can çekişmesinden kaynaklanan diğer tüm belaların bütün yükünü emekçilerin sırtına yüklemeyi amaçlayan politikalarına karşı uzlaşmaz bir savaş ilan eder. Dördüncü Enternasyonal herkes için istihdam ve insanca yaşam koşulları talep eder.

Troçki, “Savaşın yaklaşmasıyla daha da dizginlenemez hale gelecek fiyatlardaki sınırsız artışla ancak eşel mobil sloganıyla mücadele edilebilir,” diye ekliyor ve “tüketim mallarının fiyatlarındaki artışa bağlı olarak ücretlerde otomatik bir artışın garanti edilmesi” talebini yükseltiyordu. İşçiler hayat pahalılığına karşı bu geçiş talepleri uğruna mücadeleyi savaşa ve kapitalizme karşı işçi iktidarı uğruna mücadeleyle birleştirmelidir.

Loading