Sahte solun geniş kesimleri Ukrayna’da Rusya’ya karşı ABD-NATO savaşını desteklerken, Brezilya’daki İşçi Davası Partisi (PCO) gibi anti-Troçkist örgütler, dünya çapında işçiler ve gençler arasında emperyalist savaşa ve baskıya karşı büyüyen muhalefeti iflas etmiş burjuva milliyetçiliğine desteğe dönüştürmeye çalışıyorlar.
Faaliyetlerini tamamen ulusal siyasi alana odaklamış olmalarına rağmen, PCO gibi örgütlerin gerici karakterlerini en açık şekilde sergiledikleri alan uluslararası müttefik seçimleridir. Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki son zaferi, onu anti-emperyalist bir lider olarak sunmaya ve işçi sınıfına ve Kürt halkına yönelik otoriter politikalarını örtbas etmeye çalışan PCO tarafından coşkuyla kutlandı.
Partinin yayın organı Causa Operaria’da yer alan bir başyazıda, Erdoğan’ın “emperyalizmin ülkedeki politikasının bir temsilcisi” olan Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı kazandığı zaferin “sadece Türkler için değil, tüm dünya ezilenlerinin mücadelesi için önemli bir olgu” olduğu öne sürüldü. Türkiye cumhurbaşkanına “emperyalizmin dünya diktatörlüğüyle mücadele etme iradesi” atfeden PCO, “Türk sağının bir temsilcisi olmasına rağmen, Erdoğan’ın ABD emperyalizminin politikasından uzaklaşarak ezilen ülkelerle ve özellikle de Rusya ile giderek daha yoğun bağlar kurduğunu” ilan etti.
PCO, Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının açıklandığı 28 Mayıs günü yayınladığı bir tweet ile şu açıklamayı yaptı: “Emperyalizm yine yenildi. Erdoğan’a karşı darbe niteliğindeki devasa bir kampanyanın ortasında Türkiye’de mevcut cumhurbaşkanı yeniden seçildi. Emperyalizm Ortadoğu’nun kontrolünü kaybediyor.”
PCO’nun yüz binlerce kez görüntülenen ve Erdoğan destekçilerinden övgü dolu yanıtlar alan tweeti, emperyalizme karşı gerçek bir mücadeleyi milliyetçiliğin gerici kanallarına yönlendirme çabalarının bir parçasıdır.
Kılıçdaroğlu’nu tercih ettiklerini gizlemeyen Washington ve Avrupa başkentlerinde, bölgedeki çıkarlarını destekleme konusunda yeterince saldırgan görülmemesine rağmen, Erdoğan, ne emperyalizmin savaşları ve müdahaleleri nedeniyle mahvedilen halkların bir savunucusudur ne de emperyalizme muhaliftir.
Erdoğan, yaklaşık yirmi yıllık iktidarında, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun canice operasyonlarıyla yakın işbirliği yapmış, ABD’nin Suriye’ye karşı yürüttüğü vekalet savaşına doğrudan katılmış, hava üslerinde ABD savaş uçakları ve bombardıman uçaklarını kabul edip yakıt ikmali yapmış ve Ortadoğu’daki emperyalist savaşlardan kaçan sığınmacıları “Avrupa Kalesi” politikası kapsamında Türkiye’de tutmuştur.
Doğrusu, Erdoğan’ın gerici politikalarının seçimlerde yenilgiye yol açmamasının nedeni, gerçek bir alternatifin olmadığı bir yarışta, rakibi Kılıçdaroğlu’nun emperyalizmin hizmetinde olduğunu ve aşırı sağcı güçlerin destekçisi olduğunu açıkça göstermesiydi. Kılıçdaroğlu, kampanyası sırasında, seçilmesi halinde Rusya’ya karşı savaşta NATO’nun çıkarlarını açıkça gözeteceğini defalarca ilan ederken, işçi sınıfına acımasız kemer sıkma politikalarından başka bir şey vaat etmeyecek şekilde, uluslararası mali sermayeye itaatinin sinyallerini verdi.
Ancak bu durum, söylemi ne olursa olsun Erdoğan’ın da işçi sınıfına karşı emperyalizmin ve Türk burjuvazisinin hizmetindeki sağcı bir politikacı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.
Erdoğan, askeri ittifakın Rusya’ya karşı giderek daha açık bir saldırıya geçtiği Mart ayında Finlandiya’nın NATO üyeliğinin önündeki son engeli de kaldırarak emperyalist çıkarları ilerletme konusunda oldukça yetkin olduğunu göstermiştir.
29 Mayıs’ta dünya emperyalizminin en üst düzey temsilcisi Joe Biden, sözde karşıtını seçim zaferinden dolayı kutlayarak şunları söyledi: “Erdoğan ile konuştum. Erdoğan’ı tebrik ettim. Hâlâ F-16’larla ilgili bir şeyler üzerinde çalışmak istiyor. Ona İsveç’le bir anlaşma yapmak istediğimizi söyledim. Hadi şu işi halledelim.” ABD ve Avrupalı güçlerin savaş uçaklarını Ukrayna ordusuna göndermeye hazırlandığı bir dönemde Erdoğan, İsveç’in NATO üyeliği teklifini veto etmesini ABD’nin taviz vermesi için bir pazarlık kozu olarak kullanıyordu.
Erdoğan’ın Ukrayna’daki çatışmayla ilgili pragmatik manevraları -ki PCO’ya göre bu onu bir anti-emperyalist savaşçı yapıyor- bir yandan ABD ve Avrupalı güçlerle köklü askeri-stratejik bağları, diğer yandan da Rusya ile ekonomik bağları arasında sıkışan Türk burjuvazisinin açmazının bir ifadesidir.
Türk egemen seçkinleri mevcut savaşta kaybedecek çok şey ve az kazanç gördükleri ölçüde, Erdoğan Washington ile Moskova arasında bir denge politikası izlemeye çalışmıştır. ABD liderliğindeki NATO’nun Rusya’ya karşı savaşının keskin bir şekilde tırmanmasının yarattığı baskılar altında Erdoğan’ın Finlandiya ve İsveç’in yanı sıra Ukrayna’nın NATO üyeliğini onaylaması, bu politikanın giderek sürdürülemez hale geldiğini göstermektedir.
Erdoğan’ın iflas etmiş siyasi manevraları ve savunduğu burjuva çıkarlarının mantığı, onu bu ayın başında “Şüphesiz Ukrayna NATO’ya üyeliği hak ediyor,” demeye ve aynı zamanda İsveç’in NATO üyeliğini onaylamaya yöneltti. Bu durum, PCO’nun Türk egemen seçkinlerinin onlarca yıllık bu temsilcisinin emperyalist saldırganlık karşıtı olduğu yönündeki iddialarının saçmalığını tamamen ifşa etmiştir.
Ancak Erdoğan’ın asıl korkusu, savaşın ve yıkıcı sonuçlarının Türk burjuvazisinin egemenliğine karşı işçi sınıfının isyanını teşvik etmesidir. Erdoğan, geçtiğimiz yıldan bu yana işçilerin enflasyon ve giderek derinleşen toplumsal kriz nedeniyle gerçekleştirdiği grevlerdeki büyük artış karşısında giderek daha otoriter yöntemlere başvuruyor. Özellikle COVID-19 pandemisinin başlangıcından bu yana emekçilerden mali sermayeye tarihi bir servet aktarımına başkanlık eden Erdoğan hükümeti, kısa süre önce acımasız bir sosyal kemer sıkma programı açıkladı.
PCO gibi milliyetçi gruplar, Erdoğan’ın kapitalist saldırılarına ve otoriter önlemlerine kılıf bulmaya isteklidir çünkü siyasi olarak Türkiye işçi sınıfına değil, ulusal burjuvaziye yönelmişlerdir. Açıklamalarının temelinde, Brezilya’nınkine benzer bir küresel konuma sahip olan Türkiye gibi ülkelerin, ulusal kapitalist çıkarlarını savunarak emperyalist tahakküme bir alternatif oluşturabilecekleri varsayımı yatmaktadır.
Bu görüşe göre, Ukrayna’da Rusya’ya karşı başlayan ve Çin’e doğru ilerleyen mevcut savaşın ardında yatan süreç, dünyanın emperyalist güçler arasında yeniden paylaşılması değildir. PCO gibi gruplar, bu çatışmanın “yükselen ekonomiler” olarak adlandırılan ülkelerin nihayet emperyalizmin prangalarından kurtulmalarının ve ezilen ulus statüsünün üstesinden gelmelerinin yolunu açtığını varsaymaktadır.
“Ezilen halkları” savunmak gibi retorik iddiaları ne olursa olsun, bu ülkelerdeki sömürülen ve ezilen kitlelerin çıkarlarını egemen sınıfların çıkarlarıyla özdeşleştiren PCO’nun politikaları, burjuva “ulusal çıkarlar” ile çatışan her türlü bağımsız işçi sınıfı hareketinin bastırılmasını meşrulaştırmaktadır. PCO’nun Erdoğan’a ve “anti-emperyalist” olarak adlandırdığı tüm gruplara verdiği desteğin temelinde yatan budur.
Erdoğan’ın ve Brezilya’daki Lula da Silva’nın İşçi Partisi (PT) hükümetinin yanı sıra PCO, ABD ordusunun çekilmesinin ardından Afganistan’da yönetimi ele geçiren gerici Taliban rejimine, bu yıl aylarca süren kitlesel protestolara tutuklamalar, ölümcül güç ve idamlarla karşılık veren İran’daki dinci rejime ve Ukrayna’ya yönelik gerici istilayı gerçekleştiren Rusya’daki oligarşik Putin rejimine siyasi destek verdi.
PCO’nun bu tür rejimlere anti-emperyalist nitelikler atfeden açıklamaları, Brezilya’daki politikasıyla tamamen uyumludur. Lula hükümetinin kemer sıkma önlemlerini uygulamaya çalıştığı, COVID-19 pandemisine ciddi bir yanıt vermeyi reddettiği ve temel demokratik haklara yönelik saldırılara arka çıktığı altı ayın ardından PCO, hükümetin politikalarına yönelik tüm muhalefeti histerik bir şekilde “darbecilerin” ve Bolsonaro ile aşırı sağcı güçlerin işbirlikçilerinin işi olarak suçlayarak hükümeti savunmada başı çekiyor. PCO’nun saldırıları diğer sahte sol gruplarla olan anlaşmazlıklara yönelik olsa da, hükümetin politikaları işçi sınıfı muhalefetiyle karşı karşıya geldikçe partinin Lula’ya vereceği kararlı desteğin işaretlerini veriyor.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Brezilya ve Türkiye’deki destekçileri (Sosyalist Eşitlik Grupları), PCO gibi örgütlerin Lula ya da Erdoğan gibi emperyalizm yanlısı burjuva politikacılarla ilgili olarak yaydığı gerici yanılsamaları reddetmekte ve işçi sınıfı için uluslararası sosyalist bir programa dayanan bağımsız bir siyasi perspektif öne sürmektedir.
Emperyalist savaşa ve kapitalist devlete karşı gerçek bir mücadele arayan herkes, PCO’nun gerici politikalarında bu mücadeleyi ilerletecek hiçbir şey bulamayacaktır. Sadece Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve ona bağlı ulusal şubeler, ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı emperyalist savaşına başından itibaren tutarlı bir şekilde karşı çıkmış ve Ukrayna, Rusya ve tüm ülkelerdeki işçileri emperyalizmden ve Rus milliyetçiliğinden bağımsız olarak birleştirmek için mücadele etmiştir. Sadece DEUK ve şubeleri, savaşa karşı mücadeleyi, işçi sınıfının sosyalizm uğruna mücadelede bağımsız ve uluslararası ölçekte seferber edilmesine dayandırmaya çalışmaktadır. Bu kritik kavşakta işçilerin ve gençlerin yönelmesi gereken örgüt budur.